Afyonkarahisar’da sabahtan akşama

Afyonkarahisar’da sabahtan akşama

Afyon, daha önce yazdığım birçok kentten farklı olarak şehircilik atılımını tamamlamamış bir kasaba görünümünde. Tarihi evleri oldukça fazla, fakat restorasyon konusu çok kısır. Ballı-kaymak, sucuk, kaymaklı kadayıf veya kabak tatlısı, lokum, et ürünleri denenmeli. Zira yeme içme konusunda bir hayli iyi bir memleket. Açığı da buradan kapatıyor zaten. Hamam veya termale gidip keyif sürülebilir Afyon’da. Kale’ye kendinize güveniyorsanız çıkın. Zira 587 merdiven adamın iflahını kesiyor. Ama manzarası oldukça güzel! Ulu Cami ve Mevlevi Cami (ve müzesi) kayda değer. Arkeoloji ve Zafer Müzesi’ni gezmelisiniz. Mihrioğlu Konağı’nı tesadüf bulduk ve çay/kahve içtik, tavsiye edilir. Afyon; çok büyük beklentilerle gitmedik, ama görmesek ve lezzetlerinden tatmasak olmazdı…

Kaleden kentin goruntusu

Hava soğuk, Afyon daha da soğuktu. Güneş aydınlatıyor fakat ısıtmıyordu. Sabah çorbası ile güne sıcacık başlamak niyetindeydik. Ufak tefek, orta yaşlı ustabaşı bize oturacağımız masaları gösterdi. Yaptığı işten biraz bezmiş bir hali vardı ustanın. Çorbalar maharetli ellerden çıkmaydı besbelli. Dumanı üzerinde mercimek çorbalarının üzerine pul biberi serpmemizi bizzat tembih etti. Akşamdan kalanlar işkembe ile güne başlıyordu. Usta tüm servisleri hazırladıktan sonra bir sandalye çekip yanımıza oturdu. Biraz sorgu sual, biraz Afyon’dan konuşmaca ve de ayılmaca derken Afyon’daki ilk saatlerimiz soğuk bir sabahta sığındığımız çorbacıda başlıyordu işte…

 

Afyon, diğer illerden biraz daha farklı, biraz daha içe dönük ve dışa kapalı bir kent görüntüsünde. Hani biraz daha zorlasam kasaba bile diyebilirim bu memleket için. Bu soğukta sokaklarda dolaşmak, hele de sabahın ilk saatlerinde içimizden gelmiyor. Biz de içtiğimiz çorbaya aldırmadan sucuklu yumurta ve kaymağı bol bir kahvaltı ile uzun bir masa kurmak niyetindeyiz. İkbal’in kahvaltı salonunda o uzun ve özel lezzetlerle donatılmış masada yerimizi alıyoruz. Yediğimiz sucuk, yöresel yumurtalarla birleşince gerçekten leziz. Kaymağa da doyamıyoruz. Çaylar peşi sıra masaya geliyor. Masadaki herkesin neşesi ve enerjisi yerine geliyor. Eh, bu enerjiyi harcayacak bir aktivite lazım: Kale’ye tırmanmak!

Kale ve harabe evler

DİLE KOLAY, 587 MERDİVEN

Afyonkarahisar Kalesi’ne tırmanmak için tarihi evlerin arasından, sağlı sollu ahşap evlerden oluşan sokaklardan yürüyoruz. Restore edilmiş eve rastlamak pek mümkün değil. Mudurnu’da, Safranbolu’da, Eskişehir’de karşılaştığımız yenileme çalışmalarının esamesi okunmuyor burada. Belki bir on yıla ihtiyacı var Afyon’un turizm atılımı için. Yol neyse ki bitiyor. Bitiyor bitmesine ama bu sefer de 587 merdivenlik kahramanlık testi başlıyor. Merdivenleri görüp de vazgeçenler, yarı yoldan dönenler derken yaklaşık 45 dakika süren bir tırmanma eylemini birkaç arkadaşla bitiriyoruz. İşte kent ayaklarımızız altında! Camileri, hamamları, stadyumu, çarpık kentleşmeyi iyice belliyoruz buradan.

Restoresiz evler

Biraz soluklanıp, kentin birçok fotoğrafını çektikten sonra bu sefer de başlıyor iniş seremonisi… Çıkarken çayın ateşini hazırlamakta olan Mustafa’nın çayının demlendiğini fark ediyoruz. Gençlik Çayevi’ne kurulup, bi’ ağaç altında yorgunluk çaylarımızı yudumluyoruz. Afyon biraz daha hareketleniyor bu saatlerle. Gezmeye gelen kafilelerin ilk durağı bizim birkaç saat önce arşınladığımız tarihi evlerin sokağı ve Afyonkarahisar Kalesi. Tırmanış için “çok zorlu mu” diye soranlara tatlı bir tebessümle “hiç zorlu değil, mutlaka denemelisiniz” diyoruz…

Ulu Cami

CAMİYİ DİREKLERE OTURTMUŞLAR

Ulu Cami de bu bölgede, Kale’nin eteğinde yer alıyor. 750 yıl önce yaptırılan Ulu Cami 40 ahşap direk üzerine oturtulmuş, dönemin en büyük camisi. Selçuklu taş işçiliğinin detaylarını bulmak, ahşap kakmaları ve işlemeleri incelemek sizi yıllar öncesine götürebilir. Çok da restore görmeyen bu camiye üzerine oturtulduğu 40 direkten ötürü “Kırk Direkli Camii” de denmekteymiş.

Ulu Cami’de kısa bir fotoğraf gezintisi sonrasında Mevlevi Camii ve Müzesi’ne doğru yol aldık. Mevlevi Cami’nde Mevlana’nın torunlarının bulunduğu söyleniyor. Mevlevilik töresine göre Konya’dan sonra ikinci sırada yer alıyor. Mevlana’nın torunlarından bazıları burada yatmaktaymış. Ayrıca Şah İsmail’in oğlu Elkas Mirza da burada yatıyor. 1844’te Abdülmecit tarafından yaptırılan cami, 1905 yılında büyük yenileme görmüş. Son restorasyonu ise Mimar Arif Turunç gerçekleştirmiş.

Gugumcu dede

Mevlevi Camisi ile aynı avluyu paylaşan Mevlevi Müzesi’ni de geziyoruz. Sultan Divani Mevlevihanesi olarak da anılan müze Afyon’a dair hatırımda kalan belki de en güzel şey. Oldukça özenli hazırlanan müzedeki objeler ve bilgiler de çok önemli. Elbette Anadolu’da kurulan ilk mevlevihanelerden olması da önemini birkaç kat arttırıyor.

Yorucu bir yolculuk, Kale’ye tırmanış, Ulu Cami’yi ziyaret ve Mevlevihane Camii ile Müzesi’ni gezince iyice yorulduğumuzu fark ettik. Yolumuzun üzerinde tesadüfen keşfettiğimiz Mihrioğlu Konağı’na hiç düşünmeden girdik. Birkaç kattan ve birçok odadan oluşan konak 100 yıllık bir geçmişe sahip. Sabah kahvaltısından akşam yemeğine, özel toplantılardan evlilik öncesi kutlamalara kadar birçok konuda faaliyet veriyor. Biz kaymaklı kadayıf ve Türk kahvesinden yana kullandığımız tercihimiz ile mutlu ve mesut ayrılıyoruz bu konaktan.

Biraz da Bedesten ve çarşısında dolaşmak niyetindeydik Afyon’un. Hediyelik alışverişlerimizi de buralarda yaptık. Çarşılarda ön plana çıkan en önemli yiyecek elbette ki sucuktu. Türkiye’deki en önemli markalardan çoğunun çıkış noktası Afyon. Hal böyle olunca da vitrinler kangal sucuklarla donatılmış. Çarşıda ise soba malzemeleri satanlar, kalaycılar, demirciler, ayakkabıcılar ve çeşitli esnaflar vardı.

Sucuklar

YARIM EKMEK KÖFTE

Arkeoloji Müzesi ve Zafer Müzesi’ni de gezdikten sonra iyice acıkmıştık. Kendimize yaptığımız en büyük iyilik İrfan Usta seçimiydi. Ben bu kadar ucuza, bu kadar leziz köfte sanırım yemedim. İrfan Usta yıllarını bu işe vermiş, Afyon’un en iyi lezzetlerinden bir tanesi. Önünde kuyruklar oluşuyor ama lezzetinden bunca yıl ödün vermemiş. Bunu da komşu esnafından öğreniyoruz. Malzemesi bol, eti kaliteli idi İrfan Usta’nın

Sıra hamamda terlemeye gelmişti. Yorgunluğumuzu atacağımız son nokta burasıydı işte. Hamamları ve termalleri ile nam salmış bu memlekete gelip de hamama girmeden olur mu? Biz Alaca Hamam’dan yana tercihimizi kullandık, bazı arkadaşlarımız da İmaret Hamamı’ndan… Hamam sonrası içtiğimiz buz gibi gazozlarla Afyon’a elveda dedik…

Sokaklar

Afyon’da Kale’ye tırmandık, birçok şey yedik… Çarşısında, müzelerinde dolaştık, hamamında terledik. Tarih dolu Frig Vadisi’ne uzanamadık ama köfteci İrfan Usta ile tanıştık. Bir gün boyunca altını üstüne getirdik, ucuzluğuna hayran kaldık. “Keşke” dediğimiz, “belki” dediğimiz, “umarız” dediğimiz çok an oldu ama buna rağmen “gezmek güzeldir, yol olsa da gitsek” demeyi de ihmal etmedik, Afyon’un keyfini sürdük. Siz de büyük beklentilerle yola çıkmayın Afyon’a doğru, o zaman daha çok seversiniz.

Mevlevi Muzesinden

SULTAN DİVANİ MEVLEVİHANESİ

Sultan Divani Mevlevihanesi, Anadolu’da kurulan ilk mevlevihanelerden. Kuruluşu 13. yüzyıla kadar dayanıyor. Konya Mevlevihanesi’nden sonra en önemli mevlevihanedir. Bu özelliği bütün bilim adamları tarafından tescillenmiş olan Afyonkarahisar Mevlevîhânesi, özellikle 16. yüzyılda Hz. Mevlânâ’nın yedinci kuşak torunlarından Sultan Dîvânî zamanında mevlevîlik açısından çok önemli bir merkez olmuştur. Ayrıca “40 Hatimli Şifalı Aşûre” geleneği ilk defa Sultan Dîvânî zamanında Afyonkarahisar Mevlevîhânesi’nde  başlamış ve birçok mevlevîhâneye buradan yayılmıştır. Günümüzde bu geleneği devam ettiren tek mevlevîhânedir. Birkaç defa yangın geçirmiş olan Afyonkarahisar Mevlevîhânesi, 1902’deki büyük yangından sonra tamamen yanmış ve bugünkü haliyle Şeyh Celâleddin Çelebi zamanında  1908’de hizmete girmiştir. Bahçesinde; Derviş Odaları, Matbah, Hâmuşân (Mezarlık) bulunan mevlevîhâne, son olarak 2008 yılında restore edilmiş ve 30 Aralık 2008 tarihinde  “Sultan Dîvânî Mevlevîhâne Müzesi” adıyla, Afyonkarahisar Belediyesi bünyesinde hizmet vermeye başlamıştır.