Bulutlarına vurulduğum şehir: Edirne
Ben de fırsat buldukça hafta sonları sokaklara, kamplara, başka kentlere, çok sevdiğim coğrafyalara doğru yola çıkıyorum. Geçtiğimiz hafta da kar Balkanlar’dan henüz girmişken ama İstanbul’a uğramamışken arkadaşlarımızla Edirne’nin yolunu tuttuk.
İstanbul gibi bir metropolde koştura koştura yaşamak, sabahın köründe kalkıp işe gitmek için otobüslerde, metrobüslerde itiş kakışın içinde bulunmak, akşam iş çıkışı trafikte saatlerce kalmak ve nihayetinde hafta sonunu iple çekmek milyonların kaderi. Eh yaşam şeklimiz istemesek de böyle olunca, bazı şartlar kolayca değişmeyince hafta içinde yüklendiğimiz negatif elektriği atmak ve pozitif enerji depolamak için hafta sonlarını gezmeye, tozmaya ayırıyoruz birçoğumuz. Bütçemiz nispetinde bazen bu kent içinde, bazen de yakın yerlere giderek yeni haftaya, yeni yerler öğrenerek başlamak gibisi yok…
Ben de fırsat buldukça hafta sonları sokaklara, kamplara, başka kentlere, çok sevdiğim coğrafyalara doğru yola çıkıyorum. Geçtiğimiz hafta kar Balkanlar’dan henüz girmişken ama İstanbul’a uğramamışken arkadaşlarımızla Edirne’nin yolunu tuttuk. Cumartesi sabahın köründe yola çıkıp, tüm gün Edirne’nin altını üstüne getirip akşamına İstanbul’a döndük.
Ekip kalabalık olunca bir minibüs kiraladık. Böylece yol maliyetini oldukça düşürdük. İstanbul’a uzaklığı yaklaşık 250 kilometre olan Edirne’ye ulaşmak için sabah 7 sularında yola çıktık. Yolda verdiğimiz molalar ile eğlene eğlene saat 10:30 sularında Edirne’ye vardık. Akşam da 19:00’da dönüş yoluna geçtik ve 22:00 sularında Beşiktaş’taydık.
_____________________________________________
- Selimiye’nin yapısı,
- Eski Cami’nin yazısı,
- Üç Şerefeli’nin kapısı,
- Beyazıd’ın nidası…
_____________________________________________
TAVA CİĞER BİR HARİKA!
Sabah ilk durağımız Mimar Sinan’ın ustalık eseri sayılan Selimiye Camii idi. Sonrasında Eski Cami ve Üç Şerefeli Cami’yi gezdikten sonra Makedon Kulesi’ne yürüdük. Bu yapılarda bolca fotoğraf çekip, aracımızla Beyazıd Külliyesi Sağlık Müzesi’ne (Darüşşifa) ulaştık. Bu müzeyi gezdikten sonra ise artık midelerimizin sesine kulak vermemiz gerekiyordu. Edirne’ye gelip de tava ciğer yemeden dönülmezdi elbette. Burada, şu usta iyiymiş, diğeri kötüymüş diyecek bir hal yok. Kimilerinin yaprak ciğer diye de tanımladığı tava ciğeri Edirne’de birçok yer leziz yapıyor. Kızartma yağını sıkça değiştiren, ciğeri taze kullanan, yanında kırmızıbiberi, domatesi, ayranı eksik etmeyen mekân neredeyse yok denecek kadar az.
SU SESİ İLE TEDAVİ
15. yüzyıl mimarisinin ve Edirne dörtlüsü diye anılan yapıların sonuncusu olan Beyazıd Külliyesi (bir diğer adıyla Darüşşifa) şehrin yaklaşık 2 kilometre dışında bir yerde konuşlanmış. Sağlık Müzesi olarak da bilinen müzeye 3 TL’lik grup indirimli biletlerimizle girdik. Müze içerisindeki giriş bölümünde ufak ufak odalar mevcut. Bu odalarda dönemin sağlık ve şifa ile ilgili tüm detayları, doktor aletleri, eczacılık üzerine materyaller, eski evraklar, resim diliyle sağlığa ait her şey toplanmış. Son bölümde ise müzikle ve meşguliyetle tedavi bölümü bulunuyor. Bu bölüm belki de külliyenin en dikkat çekici bölümü. Zira müzikle tedavi yöntemi haricinde de kullanılan birçok teknik cansız mankenler, dönemin kıyafetleri ve malzemeleri kullanılarak anlatılmış. 500 yıl önce insanları tedavi ederken kullanılan musiki, su sesi ve güzel kokular tedavinin esas öğeleriymiş. Avluda bulunan su fıskiyesinin sesi bizim bile ruhumuza iyi geldi diyebilirim. Müze, 2004 ve 2007 yıllarında ‘Avrupa’nın En İyi Müzesi’ ödülünü de almış.
Öğle yemeği sonrasında günün ikinci yarısı için Meriç’in üzerinden Karaağaç’a ulaştık. Karaağaç’tan ötesi ‘hudut’. Espri ile “gelmişken geçelim” diyenler olduysa da biz Trakya Üniversitesi Rektörlük Binası olarak hizmet veren, eski Gar Binası’nın bahçesinden içeri süzüldük. Bina üzerinde yazan ‘Edirne’ yazısı bile görülmeye değer doğrusu. Bahçenin arka tarafında atıl vaziyette duran trenle hemen kaynaştık. Zaten bir tren görmeyelim, hemen kaynaşıveririz. Üzerine çıkanlar, önden tırmananlar, hareket ettirmeye çalışanlar…
Ardından bu binanın hemen yanında bulunan Lozan Anıtı’na geçtik. 1924 yılında imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nda savaş tazminatı olarak alınan Karaağaç yöresinde bulunan Lozan Anıtı 1998 yılında açılmış. Lozan Anıtı önünden erken ayrılanlarla ‘Fazıl’ın Yeri’nde birer çay arası verdik. Arkadaşlar da gelince Meriç kıyısında yürüdük ve hep birlikte Meriç’i izlemek üzere şimdi kafe olarak hizmet veren Protokol Evi’nde toplaştık. Bir yandan kahvelerimizi yudumlarken, bir yandan türkülere nazire yaparcasına azgın azgın değil de, sakin sakin akan Meriç Nehri’ni seyrettik, durduk.
AYNALI SÜPÜRGE ALMADAN OLMAZ
Edirne’deki gezimizin sonlarına gelmiştik. Sıra Edirne’den İstanbul’a neler götüreceğimize karar vermeye gelmişti. Ali Paşa Çarşısı’nda bulunan birçok hediyelik eşya dükkânlarına dağıldık. Aynalı süpürgeler herkesin elindeydi. Meyve şeklindeki sabunlar da öyle… Edirne’ye has ‘tatlı’ lezzetleri de alıp yola koyulacaktık. Son zamanlarda Kavala ile Edirne arasında “aslında bizim kurabiyemiz” çekişmelerine sebep olan Kavala kurabiyesi ve badem ezmesinden alıp Edirne’den İstanbul’a doğru yola koyulduk.
Ben her Edirne gezisinde gökyüzündeki bulutlara vurulurum. Gezdiğim yerler arasında bulutları bu denli çekici, insanı kendinden alan başka da bir yer görmedim. Zaten özgürlüğü, rahatlığı ve insanlarıyla Edirne beni hep kendine çekmiştir. Hele de Saros Körfezi’ndeki hâlâ bakir kalan koylarıyla. Yaz sıcağı şöyle yaktığı günlerde, yine bu sayfalarda Saros Körfezi’ndeki beldelerin yazısıyla serinlemek hiç fena olmayacak eminim. Şimdi badem ezmelerini yeme vakti!
EDİRNE’DEKİ EN ÖNEMLİ ESER; SELİMİYE CAMİİ
Mimar Sinan’ın ustalık eseri saydığı Selimiye Camii 1568 yılında yapımına başlanıp 1575’de sona eren bir mimari harika. Osmanlı padişahı II. Selim’in isteğiyle yapımına başlanan caminin açılışını II. Selim görememiş. II. Selim’in ölümünden bir yıl sonra cami tamamlanabilmiş. Caminin dört minaresi var ve Edirne içerisindeki birçok noktadan bu minareleri görmek mümkün. Caminin müezzin mahfilinin mermer ayaklarından bir tanesinde ters lale motifi bulunuyor. Rivayete göre, caminin yapılacağı arsa üzerindeki lale bahçesinin sahibi bu arsanın satılmasını istemeyen bir kadın. Mimar Sinan’ın ısrarı ile inadından vazgeçen kadının tek isteği cami içerisinde bir lale motifinin bulunması oluyor. Mimar Sinan da bu isteği kabul ediyor ve cami içine lale motifini yapıyor. Yapıyor yapmasına ama kadının ısrarlı davranışını temsilen ters bir lale olarak!