Kış mevsiminde güzeldir Ankara
Birçok insanın “Ankara’nın neyini seversiniz” sorusuna verdiği “İstanbul’a dönüş yolunu” cevabına son yıllarda katılamıyorum. Bundan belki 10 yıl önce ben de Ankara’yı pek bir kasvetli, sıkıcı ve gri bir kent gibi görüyordum. Şimdi kasveti de, grisi de olduğu gibi duruyor. Ama Ankara’da yapılacak o kadar çok şey var ki, geçmişteki o sıkıcılık bugün yılda birkaç kez ziyaret etme isteğine dönüştü bende. Ve itiraf etmeliyim ki bazen özlediğimi hissediyorum Ankara’yı…
Ankara’yı özellikle Ekim – Şubat ayları arasında, kış mevsiminin, kuru soğuğun kayda değer şekilde hissedildiği aylarda ziyaret etmeyi pek seviyorum. Eskiden Fatih Ekspresi’nin yemekli vagonunda rakımızı yudumlayarak ulaştığımız Ankara sabahlarının tadı hâlâ damağımda. Bu aheste giden, ulaşmaktan ziyade yolun güzelliklerini tatmanıza olanak sağlayan trenlerin bir çırpıda yok edilişini her fırsatta dile getireceğim.
Ankara’ya gidişler artık trensiz yapılsa da, yenilenen otoyollarla 4 saatte ulaşmak mümkün.
Bu gezideki tercihimiz ne yazık ki karayolu. Sabahına vardığımız Ankara’da Hamamönü’nde kahvaltımızı yapıp, sonrasında müzeye çevrilen Ulucanlar Cezaevi Müzesi’ni gezdik. Akabinde Tunalı Hilmi’de uzun uzun yürüdük, Kuğulu Park’ta sevgilimle sarılıp boş boş durup kuğuları seyreyledik. Çok keyifliydi. Tunalı Hilmi’deki sahaflara uğramadan, birkaç parça koleksiyonluk malzeme almadan İstanbul’a dönmek elbette olmazdı. Akşamüstü Karşıyaka Mezarlığı’nda birkaç ziyaret gerçekleştirdik. Pazar günü Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Çengelhan Rahmi Koç Müzesi, Ankara Kalesi’ni mutlaka görmek gerekir diye düşündük. Zaten hepsi aynı bölgede olduğundan dolayı bir çırpıda gezdik. Gitmek isteyenler için üç boyutlu bir müzeye de sahip olan Anıtkabir seçenekler içerisinde yer alıyor Ankara’da. Ben daha önce birkaç kez gittiğim için bu gezimize Anıtkabir’i almadık. Son olarak Ulus’taki bir pazarını şöylece bir gezip, Kızılay’da, Sakarya’da soluklanıp AŞTİ’den İstanbul’a doğru yola çıktık.
ULUCANLAR’DA YİTEN CANLAR
Her ne kadar trenle yapılan seyahatler kadar keyifli olmasa da konforlu bir otobüsle Ankara’ya vardık. Hamamönü’nde Bacchus Cafe’nin kahvaltısının namını daha önceden duymuştuk ve hemen oraya gittik. İki katlı, ufak tefek, ilgi çekici dekoruyla dikkat çeken kafede,bizi işletme sahibi karşıladı. Masalara kurulduk ve kahvaltımız gelene kadar gazetemize göz gezdirdik. Oldukça doyurucu kahvaltı sonrasında, daha da hareketlenen Hamamönü’nde biraz yürüyüp tarihi evleri fotoğrafladık.
Ulucanlar Cezaevi Müzesi’ne yaklaşık 20 dakikada, yürüyerek ulaşacağımızı öğrendik. Kentteki detayları daha iyi görebilmek adına dolmuş yerine yürümeyi seçtik. 2006 yılında kapatılan cezaevi 2011 yılında müze olarak hizmete açılmış. 2006 yılına kadar Ulucanlar’da onlarca siyasi ve edebiyatçı kalmış, ayrıca 80’lerin ortasında, 1996, 1999 ve 2000 yıllarında açlık grevleri yapılmış burada. Oda oda, hücre hücre döşenen Ulucanlar’ın avlularında da birçok fotoğraf asılı. Odaların bazılarında üç boyutlu maketlerle geçmişe giderken, bazılarında hâlâ duran ranzaları ve sobaları görünce duygusal bir hale bürünüyorsunuz. Bazı odalardaysa hapishanede kalan siyasilerin, gazetecilerin, edebiyatçıların, devrimcilerin özel eşyaları sergileniyor. Son bölüm ise Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve Erdal Eren’in de asıldığı darağacına ayrılmış!
DENİZLER’E ÇIKAR SOKAKLAR
Müzeden çıktıktan sonra Tunalı Hilmi Caddesi’ne doğru yol aldık. Karşılıklı hanların olduğu bu cadde ilginçtir ki benim Ankara’da en fazla sevdiğim yerlerden. Yılmaz Erdoğan’ın ‘Yaşayabilme İhtimali’ şiirindeki “ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi’ne gelebilme ihtimalini sevdim” bölümünün bilinçaltıma Tunalı Hilmi’nin düşmesinde çok etkisi olmuştur diye düşünüyorum. Birkaç sahafa uğrayıp sohbet ettikten sonra kitapları, kartpostalları kurcalayıp caddenin sonundaki Kuğulu Park’a yürüdük. Burcu ile Kuğulu Park’ın, etrafta oynayan çocukların neşesinin, parka gelen insanların keşfine daldık.
Arkadaşlarımızla birlikte bir mezarlık ziyareti yapmamız gerekiyordu. Her ne kadar mezarlıklara girmekten pek hoşlanmasam da orada olup bir avuç toprak alıp, o toprakta çiçekler yetiştirmek istiyordum. Karşıyaka Mezarlığı’na vardığımızda karşımıza çıkan ufaklık bizi aradığımız mezarlara bir çırpıda götürdü. Yan yana yatıyorlardı: Deniz, Yusuf, Hüseyin… Biraz ötede Denizler’in avukatı Halit Çelenk, onun da biraz ötesinde Ulaş Bardakçı, Mahir Çayan. Erdal Eren ise daha da yukarıdaydı. Onu da ziyaret ettik. Yanımızda götürdüğümüz bir ufak kavanoza biraz toprak aldık, biraz suskun kaldık ve gri kentin merkezine doğru yola koyulduk Karşıyaka Mezarlığı’nda biraz yürüdükten sonra.
HATIRA PARANIZI KENDİNİZ YAPIN
Cumartesi akşamı arkadaşlarımızda geçirdiğimiz bol sohbetli gecenin ardından Pazar sabahı Ankara Kalesi’ne ulaştık. Ankara beyaza bürünmüş, dar sokaklar güzellikten geçilmiyordu. Elimizde sandviçlerimiz ile burada yaptığımız yürüyüşün ciğerlerimizi genişlettiğini söyleyebilirim. Buz gibi bir Ankara havası!
Biraz yürüyüşün ardından Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne girdik. Bu müzede Müze Kart geçiyor. Eğer Müze Kart’ınız yoksa kapıda hemen çıkartabilirsiniz. 1921 yılında kurulan müzenin son halini alması 1968 yılını bulmuş. 1997 yılında Avrupa’nın en iyi müzesi seçilen Anadolu Medeniyetleri Müzesi içerisinde Yontma Taş Devri, Cilalı Taş Devri, Bakır Çağ ve Tunç Çağı’na ait yüzlerce tarihi kalıntı ve eser bulunuyor. M.Ö. 1200’lerden günümüze uzanan Anadolu Uygarlıkları’na, Asur, Frig, Hitit ve Urartu Krallıkları’na ait bölümlerde de ilgi çekici birçok eser mevcut. Tarihe, Anadolu’ya ilgili herkesin bu müzede vakit geçirmesini özellikle tavsiye ederim.
Pazar gününün en özel anlarından bir tanesi de Çengelhan – Rahmi Koç Müzesi (RKM) idi. Çengelhan’ın yenileme çalışmalarının akabinde hizmete açılan müze üç kattan oluşuyor. Ankara’nın ilk ve tek sanayi müzesi olma özelliğine sahip olan RKM’nin içerisinde karayolu ulaşımı, havacılık, bilimsel aletler, demiryolu ulaşımı, oyuncaklar, makineler, denizcilik, Atatürk koleksiyonu ve tarım gibi başlıklar altında oldukça düzenli birçok koleksiyon öğesi mevcut. Girişinin 3-6 TL olduğu müzenin alt katında bir de kafe mevcut. Bu kafede çoğu zaman canlı müzik oluyor. Bu güzel müziklerle, müzeyi gezerken kulağınızın pasının silinmesi olası… Müzeden çıkarken kendi hatıra paranızı makinede üretmeyi unutmayın!
Dönüş vaktinin yaklaşmasıyla birlikte gezimizin sonlarına geldiğimizi üzülerek fark ediyoruz. Ulus’taki bitpazarından birkaç parça alışveriş yapmayı da ihmal etmiyoruz elbette. Kızılay’dan Konur’a, oradan da Sakarya Caddesi’ne biraz yürüyüp otobüs terminalinin, yani AŞTİ’nin yolunu tutuyoruz.
Gezdiğimiz müzelerin bizde bıraktığı tebessüm, omzumda sevgilimin uykudan düşmekte olan başı, Ankara’nın alıştığım griliği ve yakında çiçek olması muhtemel fidanlara can olacak Denizler’in toprağı ile yola düşüyoruz şehr-i İstanbul’a doğru…
ULUCANLAR CEZAEVİ MÜZESİ
Ulucanlar Cezaevi, Behice Boran, Muhsin Yazıcıoğlu, Bülent Ecevit, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Nazım Hikmet, Cüneyt Arcayürek, Metin Toker, Fakir Baykurt, Yılmaz Güney, Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan, Sırrı Sakık, Selim Sadak ve Mahmut Alınak gibi isimlere ev sahipliğe yaptı. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Erdal Eren, Necdet Adalı, Albay Talat Aydemir, Mustafa Pehlivanoğlu’nun idamları da Ulucanlar Cezaevi’nde gerçekleştirildi. 1925 yılında açılan ve 2006 yılında kapatılan cezaevi Altındağ Belediyesi tarafından yaklaşık beş yıl süren yenileme sonrasında Temmuz 2011’den itibaren müze olarak hizmet veriyor. Birçok açlık grevinin de yapıldığı Ulucanlar’da 1999 yılındaki açlık grevlerine yapılan Hayata Dönüş (!) Operasyonu sırasında 10 kişi öldü, 100’ü aşkın kişi yaralandı. Ulucanlar Cezaevi Müzesi’ni Pazartesi günleri hariç her gün gezebilirsiniz.
ANKARA’YA NEDEN TREN YOK?
İstanbul’dan Ankara’ya ulaşmak için Haydarpaşa Garı’ndan kalkan Fatih Ekspresi, Başkent Ekspresi, Ankara Ekspresi gibi trenler kullanılmaktaydı. Rötar ve aksilikler haricinde 8-9 saatte İstanbul – Ankara arasındaki güzergâhı alan trenlerde pulman haricinde yemekli vagon ve yataklı vagonlar da bulunmaktaydı. Birçok şaire, edebiyatçıya, gazeteciye ilham kaynağı olan yemekli vagon sohbetleri yine bu trenlerin akıllarda kalan en özel güzelliklerindendi. 1908 yılında Bağdat Demiryolu ile İstanbul’u birbirine bağlamak için açılan Haydarpaşa Garı tam iki yıl önce (1 Şubat 2012) Yüksek Hızlı Tren (YHT) Projesi kapsamında demiryolu çalışmaları nedeniyle kapatıldı. Gar’ın kapatılmasından hemen önce Haydarpaşa Garı’nda yangın çıkması ve 14 Eylül 2012 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nde ‘Haydarpaşa Garı ve Liman Dönüşüm Projesi’nin onaylanmasından sonra Haydarpaşa Garı’nın YHT Projesi için değil bölgenin ranta açılması için kapatıldığı konusunda birçok kişi aynı fikirde…