Gezi Direnişi sayıklamalarım
Gezi Parkı’nda ben diyeyim piknik, siz deyin bir kamp vardı bundan 12-13 gün önce. Ağaçlar altında kurulan çadırlar, iki dal arasındaki hamaklarda sallanan insanlar, muhabbetin dibine vuran gençler, aheste dans eden sevgililer, ezgilere eşlik eden eşcinseller, yatsıyı kıldıktan sonra eyleme kaldığı yerden devam eden Müslümanlar, okulu kırıp gelen liseliler, sabah işe nasıl kalkacağını düşünmeyen kadınlar… Sonra birçok insanın aklının bir köşesinde olan ama “herhalde bu kadarı da olmaz” dedirten müdahale geldi. Bu insanların bir kısmı uyurken, bir kısmı da yorgunluk atmak için dinlenirken. Dirençlerinin en düşük olduğu saatlerde, seslerinin yetmediği vakitlerde…
Park içerisinde tam kenetlenip yerde kol kola girmişlerdi ki, polisler çadırlara saldırdılar. Oysa o çadırlar, çadırın içerisindeki giysiler, bilgisayarlar, fotoğraf makineleri onların özel eşyalarıydı ve bu tam anlamıyla bir gasptı. Bu bir diğer deyişle haneye tecavüzdü, hatta vandallıktı! İşte kıvılcım bu noktada çakılmıştı.
PENGUENLER VE HİTLER ARASINDAKİ MEDYA
Medya buraya kadar olan kısmı görmezden uzaktı. Akşam müdahalenin en yoğun yaşandığı saatlerde, Türkiye’nin en çok izlenen haber kanallarından CnnTürk penguen reklamıyla, NTV ise Hitler belgeseli ile olayları görmezden geliyordu. Haberturk ise Başbakan’ı canlı yayına çağırıyor, O’nun istediği soruları soruyordu. Medyanın baskı altında olmadığını kimse söyleyemezdi. Ertesi gün ve sonrasında halk bu kanalların önünde protesto yapmasa, bazı yazarlar ve sanatçılar bu kanalları arayıp asıl görevlerini hatırlatmasa, bir haber kanalı grubunun sahibi olduğu holdingin hisseleri düşmese bu kanallar yine yayına geçmemekte ısrar edeceklerdi elbette.
Bu yazıyı kaleme aldığım Cuma öğle saatlerinde Türk Tabipler Birliği’nin rakamlarına göre 5 bine yakın vatandaşın yaralandığını biliyoruz. En az iki direnişçinin, bir de polisin hayatını kaybettiğini… İki bine yakın kişinin gözaltına alındığını, bunların çoğunun serbest bırakıldığını da hem İçişleri Bakanı’ndan hem de plaza medyasından öğreniyoruz.
Bu direniş hiçbir kaba sığmayan, hiyerarşisiz, lidersiz, kendiliğinden gelişen yapısı ile bir ilkti, her ne kadar Başbakan bunun gibilerinin daha önce yaşandığını savunsa da… Başbakan’ın kastettiği ise altı yıl önceki Cumhuriyet mitingleriydi. Birkaç derneğin, bazı gazetecilerin çağrısı ile alanlarda toplanan ve bir kürsüden yönetilen binlerce insan ile Gezi Parkı direnişindeki binlerce direnişçi aynı kefeye konamazdı. Hiçbir şey bilmeyen Gezi’nin lidersizliğini görebilirdi.
POLİS, GEZİ’Yİ KİMDEN KORUYORDU?
Polis geri çekildikten, Gezi Parkı kazanıldıktan sonra insanların neden evlerine dönmediği, mahkeme kararı ile Gezi Parkı’ndaki inşaat için yürütmeyi durdurma kararı çıktığı bilgisini gerek ana akım medya, gerekse sağcı muhafazakâr partiler dile getiriyorlardı. Fakat bu insanlar Mahkeme kararı çıktıktan sonra Gezi Parkı’nın İstanbul halkına açılmayıp, polisin faşizan saldırısını sorgulamıyorlardı. Öyle ya, Gezi Parkı’na girmek serbest ise, iki gün boyunca polis neyi kimden korumuştu?
Üstüne üstlük bir de Başbakan’ın “AVM de yapacağız, kışla da yapacağız” açıklamalarına ek olarak Mahkeme’yi tehdit eder bir haldeki “durun bakalım, bunun daha itirazı var” şeklindeki açıklaması onuru kırılan, şiddet gören İstanbul halkını daha da kenetlendirmeye yetiyordu. Muhalafetin yıllardır yapamadığını Başbakan birkaç gün içinde yapmış, kendisine karşı efsane bir blok hazırlamıştı!
Tam geri atabilir intibasının uyandığı anlarda, yurtdışına çıkmadan hemen evvel yaptığı basın toplantısında Başbakan, evlerinde oturan %50’yi sokağa salma tehdidine sarılıyordu. Bazı serseri liselilerin, okul sonrası kavgalarda kullandığı jargon ile neredeyse “çıkışa gel, çıkışa” diyecekti direnenlere. Ne Cumhurbaşkanı, ne sanatçılar, ne kabine arkadaşları freni boşalmış halde yokuş aşağı inen bir araca benzeyen Başbakan’ın hırsını dizginleyemiyordu. Oysa “hiçbir şey insan hayatından daha önemli değil, park halkındır, projeden vazgeçiyorum deseydi” hem kendi konumu, hem de olaylar çok farklı bir noktada olurdu.
Tayyip Erdoğan’ın sokağa çıkmak için zor tuttuğu %50’si ile “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganları atan ulusalcı gençlik arasında sıkışanlar çoğunluktaydı Gezi Parkı’nda. Öyle ki, alandakiler Topçu Kışlası’na da, militarizme de net bir şekilde karşıydılar. Atılan sloganların arasında samimi olarak söyledikleri hiçbir şey kaybolsun istemiyorlardı. Onlar kimsenin askeri olmaya niyetleri olmayan, mizahlarını silah yapan, özgürlüklerini savunan, apolitik diye suçlanan ‘90 gençliğiydi.
GÜNDE 7 YÜZ BİN AĞAÇ DİKİLMİŞ!
Plaza medyası zaten direnişi ancak altıncı gününde hatırlayabildi. Bir gazeteci bile kaç adet gaz bombası kullanıldığına dair bir soru soramadı bu süre zarfında ne Başbakan’a, ne de İçişleri Bakanı’na. Ama tüm medya 10 yıllık AKP iktidarı boyunca dikildiği söylenen 2,8 milyar ağacı sorgusuz sualsiz kabullenmişti. Oysa hesap makinesi ele alınsa, 24 saat durmadan, her gün, yaklaşık 7 yüz bin ağacın dikilemeyeceğini pekâlâ görebilecekti. Bunun için gazeteci olmaya gerek bile yoktu…
Bu yazı kaleme alındığında henüz iktidar cephesinden tek bir yumuşama, geri adım belirtisi gelmedi. Geçtiğimiz hafta Beşiktaş’ta direnen insanlarla polisin sözleşip birbirleriyle çatışmama sözü vermesi, sonrasında tek sorun çıkmadan bu kitlenin Akaretler’de kalması bile diyaloğun ne derece çözümcü olduğunun göstergesiydi. Gezi Parkı’nda ve İstiklal Caddesi’nde insanlar kirlettikleri, dağıttıkları yerleri annesi evde yokken arkadaşlarıyla evde parti yapan, sonra da annesi üzülmesin diye arkadaşlarıyla ortalığı toplayan gençler misali tek tek temizlediler. Esnaf, kentte yaşayan insanlar, nasıl bıraktıysa öyle bulsun istediler.
EVDEKİ %50’NİN BİR KISMI GEZİ’DE
Başbakan Perşembe gece yarısı ülkeye döndü. Bindirilmiş kıtalar misali, cep telefonu mesajlarıyla havaalanında toplanan erkek egemen topluluğun sloganlarında Taksim’i yerle bir etmeye dönük ifadeler çokçaydı. Oysa AKP tabanı içerisinde bu şekilde düşünmediğini belirten, bir önceki seçimde AKP’ye oy verip, bugün Gezi Parkı’nda olan birçok insan var. Direnişin olduğu günlerde metro, metrobüs, funiküler ve vapur gibi ulaşım araçlarını yasaklayan belediye, Başbakan’ın yurtdışı dönüşünde metroyu saat 4’e dek açık tutarak ‘hizmette taraf vardır’ ilkesini net bir şekilde göstermiş oldu. Gezi Parkı’nda ve çevresinde Anayasal olarak izne gerek olmaksızın yapılan eylemlere izin vermeyen, tonlarca biber gazını insanların direkt üzerine sıkan, tonlarca tazyikli suyla her yeri sulayan polis, ‘kendiliğinden’ toplandığı söylenen ve havaalanı yolunu işgal eden binlerce insana müdahale etmeyerek de kimin polisi olduğunu göstermiş oldu. Doğrusu da ne Gezi Parkı’nda toplanan, ne de havaalanında toplananlara müdahale edilmemesiydi zaten.
Gezi Parkı’nda ve birçok yerde polisin çekildiği günden, bu yazının yazıldığı güne dek tek bir olay yaşanmadı. Paranın geçmediği, kimsenin kimseyi sorgulamadığı, Cuma namazının kılınıp, Miraç kandilinin kutlandığı, kütüphanelerin kurulup, bostana sebze meyve dikildiği, marşların, şarkıların, türkülerin söylendiği bir karnaval yeri şu anda Gezi Parkı. Kurtarılmış, polisten, devletten arınmış bir alan. Dershanesi de var, marketi de, çift kale yapacak kocaman bir meydanı da var, ağaç arasına kurulan hamakları da. Ama önemlisi saygı ve hoşgörü var.
MEVZUU İKİ AĞAÇ MEVZUU MU?
Bu direniş ağaçları, parkı, çevreyi korumayla başladı, evet. Lakin bugün geldiği noktada iki ağacın ötesinde çok daha anlamlı bir noktada. İnsanların bu patlaması izlediği diziye bile karışılmasına, ucu açık bir şekilde ‘ayyaş’ benzetmesi yapılmasına, içki içene ‘alkolik’ denmesine, eylem yapana ‘çapulcu’ denmesine, direnişi küçümseyip “tencere tava, hep aynı hava” söylemine, öpüşmemize, içkimizi kaçta içeceğimize, doğuracağımız çocuğa, doğurmayacağımız çocuğa, parkta oturup oturamayacağımıza, Kadıköy vapurundan inenlerin kılık kıyafetlerinin hoşnutsuzluğuna ve buna benzer kişilik haklarına, özgürlük alanlarına müdahaleye karşı bir tepkiydi. Halk bir nevi içindekini kustu alanlara. Kıyafetleriyle dalga geçildiğini dem vurup, her fırsatta “bize bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adamlar denildiği günleri unutmayalım” diyen iktidar bugün kucakladığını söylediği halkına ayyaş, çapulcu, alkolik demekten kendini alıkoymuyor.
İKTİDAR VE O’NA OY VERENLER NEYİ ANLAMIYOR?
AKP’ye sempati duyan, oy veren bazı arkadaşlarımızı alanlarda görmek, alanda olmasa bile iletilerinde direnişe destek verdiğini görmek oldukça anlamlı. Ama bazıları hâlâ verdiği oya biat ettiğinden olsa gerek ‘marjinal’, ‘illegal’, ‘iki tane ağaç’, ‘CHP’nin adamları” kelimeleriyle/tümceleriyle polisi ve AKP’nin olaya bakışını savunuyor. Bu arkadaşların ve iktidarın göremedikleri şu: Sokaklarda, mahalle aralarında, alanlarda bu denli insanı bir araya hiç bir parti toplayamaz. Başı kapalı olanları, ülkücü işareti yapanları, sosyalistleri, eşcinselleri, Kürtleri, Türkleri, Müslümanları, ateistleri, öğrencileri, emeklileri herhangi bir partinin çağrısı bir araya getiremez.
looking immune system fight disease give your juice whenever you going for those who have their own unique healing abilities Spinach and its job You will experience when it’s wonderfully simple and muscle pain
juice Cocktail
Get some really good for you feeling fresh foods in vitamin C in your immune system fight off disease Everyone loves berries and dietary fiber It’s ideal recipe does wonders for green you may be for Weight Loss- A and creative
These juice may find it has spice and