Nefes almak için Bursa’ya doğru
Karlı havalar kısacık da olsa yüzünü gösterdikten sonra yine güneşli günlere kavuştuk geçtiğimiz hafta. Şubat ayı olmasına rağmen güneşin kendini birkaç gün de olsa hissettirmesi ile yollara düşmemiz bir oldu. Aslında karlı havada da gezmek, yola düşmek, kamp yapmak gibisi yok. Ama güneşli havadaki kadar enerji dolu olmuyor insan. Baharı dört gözle beklemek, güneşle birlikte hareketlenmemiz de bundan sanırım.
İstanbul’dan fazlaca uzaklaşmadan, ahşap ve taş evlerin arasında yürümek, yöresel lezzetlerden almak, kent müzesi içinde gezinmek, civardaki birkaç yerleşim yerine uzanmak, zeytinyağını koklamak, balık ekmekle günü geçirmek, keyifli bir sahil kasabasında geziyi sonlandırmak için; kısacası günübirlik de olsa nefes almak için yola koyuluyoruz. İstikamet Bursa’nın en güzel yerlerinden olan Cumalıkızık, Gölyazı, Trilye ve Mudanya!
CUMALIKIZIK’TA YÜRÜMEK
Evde hazırladığımız börekler nezaretinde Eskihisar Feribot İskelesi’nde arkadaşlarla buluştuk. Sabahın erken saatlerinde feribot kuyruğuna yakalanmadan yaklaşık 25 dakika sürecek deniz yolculuğu için feribottayız. Börekler fora, çaylar demli, ortada martı yok! Topçular İskelesi’ne indikten sonra direksiyonlarımızı Yalova yönüne, oradan da güneye doğru kırıyoruz ve yaklaşık 1,5 saat süren yolculuk sonrasında Cumalıkızık’a ulaşıyoruz. Cumalıkızık Bursa’ya 20 km uzaklıkta bulunuyor. Burada ilk dikkatimizi çeken taş, ahşap ve kerpiç evlerin güzelliği. Ve bir de bu evlerin olduğu kaldırımsız dar sokakları! Fotoğraf makinemizden kim bilir kaç poz çıkacak Cumalıkızık’a ait hesap bile edemiyoruz. Köy meydanındaki tezgâhlarda yöreye ait birçok şey satılıyor. Biz de heybemize bu lezzetlerden bazılarını atıyoruz. Son dönemde Cumalıkızık’ta çekilen filmler ve diziler sayesinde burasının bilinirliliği daha da artmış. Biz de iki saat boyunca karış karış gezdiğimiz Cumalıkızık’a veda edip Bursa’ya hareket ediyoruz.
Bursa içerisindeki tek durağımız Kent Müzesi. Çok özenle hazırlanan müze üç kattan oluşuyor. Bursa’nın geçmişine dair bilgilerin de yar aldığı müzede benim için en özel bölümler Karagöz Hacivat’a ve Zeki Müren’e ayrılan kısımlardı. İki boyutlu maketlerinin yanı sıra hayatlarından kesitler de hemen yanlarındaki bölümde sunulmuştu. Bursa’nın hayat verdiği ünlüler bölümü ve kent yaşamını daha iyi anlamamızı sağlayan bölümler de oldukça güzeldi. Bursa Kent Müzesi, birçok müze gibi Pazartesileri hariç her gün açık. Giriş ücreti çok makul bir rakam…
AĞ YAMAYAN KADINLAR GÖLYAZI’DA
Müze gezmesi sonrasında yine araçlarımıza yerleştik ve Uluabat Gölü’ne doğru yola koyulduk. Yarım saat kadar süren yolculuk sonrasında Uluabat Gölü’nün dibindeki, hatta içindeki Gölyazı’ya ulaştık. Muazzam evler, muazzam sandallar, muazzam bir doğa bizi karşıladı. Düş gibi bir şey! Köy kahvesinde oturup saatlerce kalkmamak vardı ama gezme dürtüsü bir yandan yokluyordu hepimizi. İçtiğimiz çayın demi yerinde, köylünün tebessümü de bizimleydi.
Balık ağlarına yama yapan teyzeler, köy kahvesinde gazete okuyan amcalar, göl içerisinde yüzen karabataklarla Gölyazı her gün yaşamaya devam ediyor. Bu bölgedeki evlerin bir kısmının yakın tarihte restore görmüş olması, hepsinin farklı bir şekilde rengârenk boyanmış olması Gölyazı’ya hayat vermiş, renk vermiş. Köy içindeki ‘ağlayan çınar’ rivayetini bizzat ağacın dibine varıp oradaki köylülerden dinledik. Birbirlerine âşık olan bir Türk genci ile Rum kızın mübadele zamanındaki kavuşamama hikâyesi, bu ağacın altında mutsuz sonla bitince çınarın gözyaşı döktüğü söylenir olmuş. O günden bu yana da bu çınar ‘ağlayan çınar’ olarak anılmış.
ZEYTİN, ŞARAP VE TRİLYE
Trilye’ye kavuşmak bizi heyecanlandırıyordu. Uluabat Gölü’nün kuzeyinde kalan Trilye, görülecek, yaşanacak bir kasaba adeta. Zeytini, limanı, şarabı, balığı, tarihi ahşap evleri ile bizi kendine çağıran Trilye’nin devlet eliyle konmuş günümüz adı Zeytinbağı. Tenedos’a Bozcaada, İmbroz’a Gökçeada, Cunda’ya Alibey ismini layık gören devletimiz Trilye’yi de Zeytinbağı ile ödüllendirmiş!
Trilye şirin bir sahil kasabası. Sahil kasabası olunca da balık restoranlarının lezzet katsayısı da oldukça yüksek oluyor. Biz bir yandan gezmek, bir yandan da karnımızı doyurmak için balık ekmekten yana tercihimizi kullanıp, mükellef bir masa kurma hakkımızı sonraya saklıyoruz. Birçok sahil kasabasının aksine tek geçim kaynağı da deniz ürünleri değil. Bizzat zeytin ve zeytinyağı üzerine oldukça bilinen ve kaliteli ürünlere sahip Trilye’de ufak veya büyük birçok işletme mevcut. Öğle saatlerinde vardığımız Trilye’deki semt pazarı sabahki hareketliliğini kaybetmişti ama pazarı gezmeden yapamadık. Kahvenin önünde oturanlarla ayaküstü sohbet ettikten sonra akşamüstü Trilye’den son durağımız olan Mudanya’ya doğru hareket ettik.
Mudanya da tarihi cumbalı ahşap evleri, büyük limanı, Mütareke Anıtı ve Mütareke Evi ile aslında birkaç saat değil daha fazla gezmeyi hak ediyor. Mütareke Evi içerisinde İsmet İnönü’nün de bir odası bulunuyor. O zamanki eşyaların yanı sıra o tarihe uygun günümüz eşyalarıyla da desteklenen Mütareke Evi’nde 11 Ekim 1922 tarihinde Ankara Hükümeti ile İtilaf Devletleri arasında Mudanya Mütakeresi imzalanmıştı. Limanda biraz yürüdükten sonra, denize nazır bir çay bahçesinde günün son çaylarını içip karşı kıyıyı görmeye çalışıyoruz.
Evet, biraz hızlı bir gezinti olsa da bir nefes alma durağı olarak Bursa’nın güzellikleri seçmekten hiç de pişman değildik. Bir dahaki sefere Bursa içerisinde çok daha fazla vakit geçirmeye, İskender yemeye kararlıydık. Yol bizi çağırmıştı, biz de gittik ve kentimize döndük yine. Griye çalan hava gittikçe karardı. Sabah sevimli görünen feribot eve dönüyor olmamızdan ötürü akşam pek bir sevimsizdi. Yorgun bünyeler başlarını cama yaslayıp bugün gezdiğimiz yerleri, tanıştığımız insanları düşünüyordu. Benim kafamda tek bir soru vardı: Neden terk etti Kaptan Philip Trilye’yi?
KAPTAN PHILIP VE TRİLYE
Trilye’de tanıştığımız Hasan abi ile uzun uzun sohbet ettik. Kendisini Trilye’nin gönüllü rehberi olarak tanıtıyor. Aynı zamanda zeytin ve zeytinyağı üreticiliği yapıyormuş. Bu üretim de öyle fabrikasyon bazlı değil anladığım. Ufak bir işletmesi var. Bizi Trilye’de gezdirirken Kaptan Philip’ten bahsetti. Kaptan Philip’in şarap üreticisi olduğunu, o zamanlar buralarda üzüm bağları bulunduğunu ve Trilye’nin çok önemli bir liman kenti olduğundan bahsetti. Gemisine yüklediği şarapları Marsilya’ya kadar götürdüğünü ve dönüşte de oralardan boş dönmediğini anlattı. Sonrasında bir gün geri gelmediğini, Trilye’yi terk ettiğinden bahsetti. Gemisi mi batmıştı, yoksa zaten zor bir liman olan Trilye yerine başka bir yerlerde mi hayatını devam ettirmişti bilinmiyor. Aslında bu sohbet sonrasında internetten araştırdığım kadarıyla Kaptan Philip isimli birisinin izine de pek rastlayamadım. Yoksa hayali bir kahraman mı diye de düşünmedim değil. Belki de Hasan abinin kafasında yarattığı bir isim de olabilir.