Verilen bir söz, Viyana demek!

Verilen bir söz, Viyana demek!

Sanırım bundan 5-6 yıl önceydi. Bizim çocuklar okumak için Viyana’ya, Aachen’a doğru yola koyulmuş, bizlerse arkalarından su döküp veda partileri düzenlemiştik. O vedalardan bir tanesi Kadıköy’de o zamanki ‘Son Gemi’de yapılmış, kalanlar gidenlere “siz oradayken yanınıza mutlaka geleceğiz” sözü vermişti. Kalan ömrümüzden seneler birer birer eksildi. Ya iş meşgalesi, ya nakitlerin denkleşmemesi sebebiyle bizim Viyana seferi gecikti de gecikti. Çocukların mezuniyetine de kısa bir süre kalınca yıllar önce verilen o söz düştü usumuza. Nisan ayında aniden verilen bir kararla ucuz mu ucuz biletler alındı. Arkadaşlara haberler salındı, pasaportlar, vizeler derken her şey hazırdı. Maç gününü bekleyen formda futbolcular misali günlerin geçmesini bekledik bizler de. Viyana seferi yıllar sonra fiilen başlamıştı işte!

Belvedere Sarayı

O ilk kıvılcımdan sekiz ay sonra, Aralık’ın şu son günlerinde Sabiha Gökçen Havaalanı’nda Adana ve Ankara’dan gelen arkadaşlarımızla buluşup, heyecanla uçağımıza bindik. Tekerlekler yerden kesilip de yüreğimizde tatlı bir titreme olduğunda bulutları gördük, altımızda kalan kentleri, insanları ve ülkeleri bir de.

İki saatlik yolculuk sonrasında işte Viyana’dayız! Aachen’dan gelip de buluşmaya katılan Can’la birlikte hepimiz kucaklaşıyoruz. Yılların sözü böylelikle vücut buluyor havaalanındaki “Willkommen in Wien” yazısının altında…

BEŞ YÜZ YILLIK DAİRE!

Arkadaşlarımızın hazırladığı programa riayet ederek dolu dolu beş gün sürecek Viyana gezimizin ilk durağı, evlerde biraz dinlendikten sonra gittiğimiz Bockshorn Irish Pub oluyor. Dekoru ve minimal haliyle bizi bizden alan bu barda ‘hoş geldiniz’ biraları olarak neredeyse herkes ‘Guinness’ten yana kullanıyor tercihini. Bar, tek bölmelik ‘L’ biçimine yerleştirilmiş ufacık 4-5 masadan oluşan, hadi diyeyim en fazla 25 kişinin sığabileceği ‘küçüklükte’ samimi bir mekân. Çalan müzikler 70’ler – 90’lar arası rock şarkılarından seçilmiş. Biraları içtikten sonra sokaklarda dolaşmak için mekândan dışarı atıyoruz kendimizi. İlk gün yorgunluğu sonrasında ertesi gün görüşmek üzere grup grup ayrılıyoruz evlerimize.

Bockshorn Irish Pub2

Biz arkadaşımız Orkun’un evinde kalıyoruz. Kahvaltı ederken evin 1600’lerde yapıldığını oldukça rahat bir biçimde anlatıyor Orkun bize. Biz ise çok şaşkınız! Tarihi bir dairede uyuduğumuz uykunun kıymetini daha da anlıyoruz artık…

Kutuphane

İkinci gün bir grup için Tuna Nehri kıyısında yürüyüşle başlarken, ben şansımı bitpazarından yana kullanıyorum. Pazar sonrası Berk’in evine uğrayıp diğer arkadaşları da alıp öğle vakti Viyana Üniversitesi (Universität Wien) önünde buluşuyoruz. Üniversitenin kütüphanesine girdiğimizde nutkum tutuluyor, tekrar okumak ve ders çalışmak istiyorum! Avrupa’daki en büyük kitap arşivlerinden birine sahip olan kütüphanenin dekoru da çok iç açıcı. Üniversitenin avlusunu da gezerek ‘ring’ turumuzu Parlamento Binası (Parlament) ve belediye binası (Rathaus) önünden Kahramanlar Meydanı’na doğru yöneltiyoruz. Faşist Alman lider Adolf Hitler 1938 yılında bu meydandaki on binlerce insana karşımızdaki balkondan tarihi bir konuşma yapıp, Avusturya’yı Alman İmparatorluğu’na kattığını açıklamış.

Sokak Saticilari

HAWELKA’DA APFELSTRUDEL TATMAK

Bu meydandan, hükümdarlığı yüzyıllarca süren Habsburg Hanedanlığı’nın kışlık sarayına geçiyoruz. Geçerken balkonlardan bir tanesine temsili olarak silueti yapılan ‘Sisi’ye de el sallamayı ihmal etmiyoruz. Günün yorgunluk kahvesi Hawelka Cafe’de. Melange’ın yanına Viyana’nın en meşhur tatlısı olan elmalı tarttan (Apfelstrudel) istiyoruz. Mekânda çalışan garsonların kıyafetlerinden temizliğine kadar her şey özen abidesi adeta. Hawelka’da menü yok, soruyorsunuz garson size ne var, ne yok anlatıyor. Burada soluklandıktan sonra kent içinde biraz daha geziyoruz ve şehrin dışında akşam için rezervasyon yaptırdığımız mekâna geçiyoruz. Bu gittiğimiz bölgedeki neredeyse tüm mekânlar ‘Heuriger’ denen bahçeli şarap evi konseptinde. Özellikle baharda bahçede şarapları yuvarlamak çok daha keyifli olsa da kupadan ev yapımı şarap içmenin tadına varıyoruz. Dışarısı soğuk olduğu için biz binanın içindeyiz. Garsonların üzerlerindeki elbiseleri çok orijinal, şortla servis yapanı bile var! Bu günü de ağzımızda ev yapımı şarapların nefis tadıyla sonlandırıp evlerimize dağılıyoruz.

Doga Tarihi Muzesi1

Yeni bir güne iki müze gezecek olmanın verdiği mutlulukla başlıyoruz. Maria Theresia Platz’da bulunan karşılıklı iki müzeden ‘Doğa Tarihi Müzesi (Naturhistorisches Museum)’ni seçiyoruz ekip olarak. Bir diğer müze olan ‘Sanat Tarihi Müzesi’ni ise bir başka Viyana gezimize saklıyoruz. Doğa Tarihi Müzesi o kadar büyük ki aslında bir tam gün ayırmak gerekiyor. Biz zaman darlığından ötürü ancak 3 saat ayırabiliyoruz. Öyle ki içerisinde yaklaşık 30 milyon obje sergilenen ve 8700 metrekarelik bir alana yayılan bir müzeden bahsediyorum. İki kata yayılmış müze 38 bölümden oluşuyor. Dinozor iskeletleri, fosiller, dondurulmuş memeliler, su hayvanları, mineraller, zor bulunan taşlar ve doğaya ait birçok örnek bulmak mümkün. Dinozorların bulunduğu bölümü dikkatlice izlerken üzerimize doğru koşan dinozor gördük! Bunun ‘şakacı’ bi müze personelinin dinozor maketi içine girip koştuğunu anlamamız kısa sürse de ilk başta biraz irkildik, sonrasında ise kahkahayı bastık tabii ki…

Konzerthaus

ORKESTRA YÖNETMEK ÇOK KEYİFLİ!

Gezdiğimiz ikinci müze ise ‘Haus der Musik’ idi. Birçok bölümden oluşan müzede kendi müziğinizi yapabiliyor, çok iyi bir ses sistemiyle donatılmış bir odada klasik müzik konseri izleyebiliyor, hatta bir orkestrayı yönetme fırsatına sahip olabiliyorsunuz. Duvarlarda boruyu benzer aygıtlara kendi sesinizi verip, kulağınızda o sesi duymanız ya da yazdığınız notlardan çıkan anlamsız sesleri dinlemeniz de oldukça ilgi çekici. Müzisyenlerin dünyaya bakışları ve hobilerine göre tasarlanan özel odalar da yine görülmesi gereken yerlerden.

Bu müzeden çıktıktan sonra ekibin bir kısmı evlere dağılırken biz hayatımızdaki en önemli deneyimlerden birini yaşamak için yola koyulduk. Avrupa’nın en iyi konser salonlarından biri olarak kabul edilen ‘Konzerthaus’ta Macar Besteci Bela Bartok’un eserlerini Macaristan Festival Orkestrası’ndan yaklaşık iki saat boyunca dinledik. Konserin ikinci yarısındaki kareografisi ile bir de gözlerimize hitap eden konserin verildiği Konzerthaus’un mimarisine hayran kalmamak elde değildi açıkçası! Konser sonrasında geceyi Güney’in evinde devam ettirip sabahı sabah ettik.

Shornbrun Sarayi

Bugün saraylarını gezeceğiz Viyana’nın! İlk olarak Schönbrunn Sarayı’nı bahçesinden başlayarak ve şansımıza Türkçe kulaklıklarla gezdik. Avrupa’nın en iyi sarayları arasında gösterilen Schönbrunn sonrasında kentin ters istikametindeki Belvedere Sarayı’na doğru yol alıyoruz. Aralarındaki oldukça ihtişamlı bir bahçe ile birbirine bağlanan iki ayrı binadan oluşan Belvedere Sarayı’nın biz ‘yukarı’ kısmını gezdik. Şansımıza Klimt Sergisi ise süslenen bir gezimizi böylelikle taçlandırmış olduk.

Sinitzel

Arkadaşlarımızın yoğun tembihleri üzerine öğle yemeği yememiştik. Bunun sebebiyse, Viyana’nın en önemli lezzetlerinden biri olan şinitzelden tatmak üzere Figlmüller isimli efsane mekânda rezervasyonumuzun olmasıydı. Tabak çevresinden taşan muazzam şinitzeller ve yanında gelen soslu patates salatası (Kartoffelsalat) ile gerçekten de hem damaklarımız, hem de midemiz bayram etti diyebiliriz.

Hundertwasserhaus

BU BİNANIN HER YERİ YAMUK

Ne yazık ki bugün Viyana’da dolu dolu geçireceğimiz son gün. İlk durağımız Avusturyalı sanatçı Friedensreich Hundertwasser tarafından tasarlanan ve hiçbir yerinde düz öğe kullanılmayan, dışı rengârenk olan binanın olduğu bölgeydi. Burada bolca fotoğraf çektikten sonra Viyana sokaklarında aylak aylak dolaşmak için merkeze ulaştık.

Noel öncesi her yer hediyelik eşya ve sıcak şarap (Punch/Glühwein) satan ahşap kulübelerle dolu. Ortalık bir panayır yerini almış, renkli balonlar, ağaç fenerleri ile herkes Noel’i ve yeni yılı bekliyordu burada. Beklerken hem eğleniyor, hem de alışveriş yapıyorlar. Biz de Viyana’ya yolu düşenlerin tadına bakmadan dönmedikleri meşhur kaşarlı sosislerle (Käsekrainer) açlığımızı bastırıp, sevdiklerimize bütçemiz nispetinde hediyeler aldık…

Cafe Sperl’de kahvelerimizi yudumlayıp, çikolatalı tartlarımızı (Sachertorte) yedikten sonra son gecemizde birlikte eğlenmek üzere Spittelberg bölgesinde zamanında işgal binası olan, bugün ise insanların birlikte eğlenmeleri için kullanılan bir binanın avlusunda toplandık. Kimimiz sıcak, kimimiz soğuk şaraplarımızı yıllar önce “Viyana’da buluşacağız” sözümüzü hatırlatıp dostluğumuza kaldırırken, ilk gün havaalanında yazan “Willkommen in Wien” yazısına ithafen “Hoş bulduk Viyana” diye de cevaplandırdık tebessüm içinde…