Bozcaada’da kirpi avı
Bugün Bozcaada’da kocakarı soğuklarının başlamasına birkaç gün kala, deniz kestanesinin dibine vurduğumuz güneşli bir Mart günü yaşadık. Teşekküllü ilk ‘kirpi’ avımız olarak tarihe kaydetmek isterim. Sakin ve pek bilinmeyen Katranbolu’yu sevdik, sevmeye devam edeceğiz. Bozcaada her seferinde sürprizler sunan, güzelliklerin ne vakir geleceği belli olmayan bir yer. Her şeyden öte burası bir ada! Etrafı denizlerle çevrili, bereketli ve ağacın meyvesi neyse denizin verdiği o mantığıyla bakılan nadide yerlerden bir tanesi…
Kirpi, yani esas adıyla ‘deniz kestanesi’ bu mevsimde buralarda pek sevilen bir deniz canlısı. Yazın ayağımıza batan zalim, dikenli varlığın içinde turuncu bir lezzet var. Aslında ayağa batan kestane için bin bir lanet okuduğumuz günleri düşününce, onu ikiye yarıp da yediğimiz an bir garip oldum diyebilirim.
Sote bir koy bulduktan sonra, uzun bir sırığın ağzı üç parçaya ayrılıp, teller bağlanıyor. Sonra kirpi avlanıyor ve kovaya dolduruluyor. Ardından dikenini pek de avuçlamadan (avuçlarsanız feci batar) ikiye bölünüyor, içi şöylece bir yıkanıyor, soslanıyor ve afyetle yutuluyor. Sosu zeytinyağ limon veya zeytinyağ sirke şeklinde yapılıyor, damak tadına kalmış. Yanınaysa şarap pek yakışıyor, biz bu sefer bira ile gömdük!
Teknesi ile “15 dakikaya gidiyoruz, hazırlanan” diyen adalı arkadaşım Mehmet’e bolca selam. Bayılıyorum böyle ani gelişen planlardan… Eh başa dönersek, burası sürprizlere ve nereden geleceği belli olmayan güzelliklere ardına dek kapısını açmış bir yer. Dün kalamar ve ahtopot, sonrasında bir levrek buğlama masasına davet edilişimiz ve akabinde bur kirpi avı. Zeus’a mı, Thenes’e mi teşekkür edeceğini şaşırıyor insan…