Rüzgar gülü ne kadar masum?

Rüzgar gülleri artık eskisi kadar sempatik gözükmüyor gözüme. Bunu yıllardır ‘Rüzgar ve güneş bize yeter’ diyen biri olarak dile getiriyorum. Bu sebeple de hâlâ yenilenebilir enerjiye, kooperatiflere olan inancımı korusam da bu konunun dikkat edilmesi gereken hususlarını yazmak istedim. Bu yazı uzun bir yazı. Ama etkisi ve önemi çok fazla.
Rüzgar ve güneş enerjisini geçmişten bugüne ‘temiz enerji’ olarak bildik. Aslında bugüne kadar da belki öyleydiler. Ama bugün o temizliği de sorgulanıyor, çevreye en az zarar verme şiarı da, insan sağlığına etkisi de. Eskide kalan o sempatik rüzgar güllerinin yerini bugün devasa tirbünler aldı.
RÜZGAR GÜLLERİYLE TANIŞMAM: BOZCAADA
Bozcaada’da birçoğumuzun bildiği üzere 0,6 megavatlık 17 tirbün var. Toplam santral 10,2 megavat gücünde. Bugün bazı Avrupa ülkelerinde kurulmaya başlanan tirbünlerden 8 megavatlık olanı bile var (Kaynak: Özgür Gürbüz, Birgün Gazetesi Yazarı). Yani tirbün çapı neredeyse Vodafone Arena kadar. Türkiye’de günümüzde kurulan tirbünler ise 2,5 – 3 megavat arasında değişiyor. Yani Bozcaada’daki tirbünlerden ortalama 4-5 kat daha güçlüler.
Neredeyse 7-8 yıldır yenilenebilir enerji konusuna meraklıyım. Verimlilik katsayıları, maliyetleri, Türkiye’nin potansiyeli, ihtiyacı hep ilgimi çekti. Konuya çok yakın olmasam da aşinayım. Ben ülkedeki enerji sorununun yeni santrallar (Nükleer, Hidro elektrik, Termik, Rüzgar, Güneş ve diğerleri) kurmak yerine tasarruftan geçtiğini düşünüyorum.
Bunun için ‘ufak’ çarelerim var… Ne mi? Bireysel olarak hayatım boyunca evimde hiç klima kullanmadım. İki yıldır karavanımda güneş paneli kullanıyorum ve ufak elektronik cihazlarımı burada şarj ediyorum. TV, anfi, radyo gibi cihazları kumandadan değil (stand-by değil) direkt priz üzerindeki tuştan kapatmaya mümkün olduğunca dikkat ediyorum. Evdeki neredeyse tüm ampüller tasarruflu ampul. Tabii içimi rahatsız eden ve yapamadığım şeyler de var. Bazen elektrikle ısınmak, evimde bir çok elektrikli alet olması ve elektronik cihazlara zorunlu bağımlılığım gibi. Bireysel olarak neler yapabiliriz konusunu belki başka bir yazıya saklayabilirim. Konuya döneyim…
ÇANAKKALE’DE DURUM NE?
En az Bozcaada kadar kendimi ait hissettiğim yerlerden biri olan Ayvacık’a bağlı köylere 2007’den beri gidip geliyorum. Nisan ortasından beri de çok daha sık gitmeye başladım. Bu esnada öğrendiğim bir haber önce beni şaşırttı, sonra da korkuttu açıkçası. Bu haber tüm Çanakkale’yi ilgilendiren, sonu hesap edemediğim yerlere gidebilirdi. Hemen araştırmaya başladım. Ardından ulusal basına konu olan birkaç haber yaptım (1). Bu esnada köylüler bir araya geldiler ve şirketin ilk toplantısına gittiler. Ama toplantı falan yapılamadı, tutanak tutuldu. Bunu da haberleştirdim (2).
Rüzgar Enerji Santralleri’nden (RES) ülkemizle ve Çanakkale iliyle ilgili kısımlarından size 3 maddede bahsetmek istiyorum. Bu verileri lütfen iyi okuyun ve not edin.
- 2015 verilerine göre Türkiye’de şu anda kurulu RES gücü 4.667 megavat. (3)
- Önümüzdeki dönemde sadece Çanakkale’de yapılmak istenen RES gücü “en az” 5.300 megavat. (En az dememin sebebi, bazı projelere kapasite arttırımı ile planlananın üzerinde onay verilmesinden ötürüdür. Örneği ise aşağıda detayını anlatacağım 3 numaralı linke bakabilirsiniz.)
- Sadece Ayvacık ilçesinde planlanan RES gücü 1.554 megavattır. Yine bir diğer ilçe Ezine’de ise 825 megavat. (Yani yaklaşık hesapla bu iki ilçeye 1.000 tirbün dikilecek!)
Evet yanlış okumadınız. Tüm Türkiye’de şu anda kurulu olan gücün yarısı önümüzdeki dönemde Ezine ve Ayvacık’ta kurulmak isteniyor. Buna Bayramiç, Gökçeada, Biga ve diğer ilçeleri de eleyin (Kaynak: Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu). Hatta yukardaki hesaplamalarda olmayan, nasıl olduğu anlaşılmayan ve 18 Mayıs 2016 tarihinde ÇED sürecine sokulan bir projeyle (4) talan için gelen firmalar yavaş yavaş değil, hızla yaşam alanlarına sokuluyorlar. Bu proje tam tamına Ezine – Ayvacık sınırındaki köylere 303 megavatlık, 101 tirbün için ön lisans aldı. Bu ilk etapta kulağa hoş gelen, “Aaaa ne güzel, temiz enerji geliyor” dedirten bir gelişme gibi görünebilir. Ama öyle değil.
Avrupa ve Dünya ülkeleri yeni kurulacak RES’lerin yaşam alanlarına uzaklığı konusunda kararlar alıyor. Bu önemli bir konu. Belki de standarda oturtulması gereken en birincil konu. Düzlük alan ve dağlık alan mesafeleri de bu yönetmelikle belirlenmeli. Bu yönetmelik yapılırken çevreciler, şehir planlamacılar, sağlıkçılar ve mühendisler birlikte çalışmalı, tepeden ince “300-500 metre olsun” tarzında bir mesafe belirlenmemeli. Örneğin bazı ülkeler 1 megavatın altındaki tirbünler için en az 550 metre, 2 megavat üzerindeki tirbünler için en az 1.550 metre olması gerektiğini belirtiyor (5). Yahut İskoçya 800 metre kuralı koyuyor. Evin sahibi kabul etse de devlet 800 metreden yakında ev varsa tirbün kurulmasına izin vermiyor (Kaynak: İpar Buğra Dilli, Karaburun Kent Konseyi Başkanı). Türkiye’de ise henüz ‘net’ bir rapor, yönetmelik ve uygulama yok.
PEKİ, NEDEN KARŞIYIM?
Yenilenebilir enerjiye değil yaşam alanlarının dibine kurulan RES’lere itirazım var. Sebeplerini ise şu şekilde sıralayabilirim.
- Her bir tirbünün dikilmesi için 3 ila 5 metre temel kazılması, tirbünün etrafına ortalama 15 x 15 metre alanı da kapsayacak ortalama 600-800 metreküplük betonun doğaya zarar vereceğini düşünüyorum. Ayrıca bu direkleri (tirbünleri) dikmek için etrafında çalışacak vinçler, kamyonlar, iş makineleri sebebiyle ortalama 1 dönüm bitki örtüsünün/habitatın yok olacağını düşünüyorum. Bunun nasıl olduğunu görmek için aşağıdaki 6 numaralı linki tıklamanız mümkün. (6)
- Pervaneleri taşıyabilmek için yol genişliğinin 7-12 metre arasında olması gerekiyor. Bazı bölgelerdeki yol genişliği bu kadar olmadığından -varsa- ağaçlar kesilerek bu yollar genişletilecek. Doğa tahrip edilecek, patika, yürüyüş alanları asfalt yollar haline gelecek.
- Kamyon ve iş makinelerinin ortaya çıkardığı tozun insan, hayvan ve bitkilere zarar verdiğini düşünüyorum. Sadece insan değil, zarar verdiği en büyük iki şey zeytin ve ufak baş hayvancılık. Toz, kırmızı örümcek hastalığı sebebiyle zeytin verimliliğini direkt etkilediğinden rekoltenin düşmesine olanak sağlıyor. Zeytinin toza hassasiyetini Zeytin Koruma Yasası’nda belirlemiş. Yasanın 20. Maddesi “en az 3 kilometre” mesafesinde fabrika, tesis yapımına izin vermiyor. Ama şu anda bu yasanın da delinmesi için uğraşılıyor. Keçiler ve koyunlar tozlu ot yemiyorlar. Bu da hayvanlarda düşüğe, süt veriminin azalmasına ve göçe sebep oluyor.
- Her bir tirbünde en az 40 kg mıknatıs kullanılıyor. Bu manyetik alanın yarattığı sağlık problemleri için birçok ülke harekete geçti. Ayrıca kulak eşiğimizin duymadığı sesler sebebiyle ortaya çıkan hastalıklar da var. Wind Turbine Syndrome (Rüzgar Tirbünü Sendromu) tanınan ve kabul edilen bir hastalık olarak literatüre geçti. Linklerden lütfen okuyun. (7), (8)
- Tirbünlerin sıfır noktasında çıkan sesin 107 desibel olduğu, uzaklaştıkça bu seviyenin düştüğü belirtilmektedir. Ama ne kadar azaldığını görmek için aşağıdaki videoyu izlemeniz yeterli olacaktır. Bir uçağın havalanışı, bir otoyol gürültüsü, kent içi ulaşım sesine yakın bu seslerle yaşamaya alışmak, hem de 24 saat nasıl olurdu? (9)
- Kuş göç yollarının en büyük düşmanı RES’lerdeki tirbünler ne yazık ki. Her yıl onbinlerce kuş bu pervanelere çarpıp ölüyorlar.
- Turizmle ekmeğini kazanan yerlere darbe vuracağını düşünüyorum. Eğer sessizlikle, sakinlikle anılan bir turizm beldesine sahipseniz bu maddeyi boş geçmeyin. Düşünsenize kim tepesinde fırıl fırıl dönen, gürültülü tirbünlerin ve beton yığınlarının altında tatil yapmak ister?
- Tarımın zarar göreceği, arsa değerlerinin düşeceği ise net. Çünkü 1939 yılında savaş şartlarında uygulanmak üzere çıkartılan Acele Kamulaştırma Yasası, enerji yatırımlarında ne yazık ki kullanılarak köylünün, yerel halkın tarlasının ortasından geçen istimlaklar yapılabiliyor. Bu arsada ağaçlar varsa ne yazık ki yok ediliyor. Evler boşalttırılıyor. Arsalar, tarlalar yok pahasına ya satın alınıyor ya da kiralanıyor. En yakın örneği Soma – Yırca olarak belirtebilirim.
Bu maddeleri uzatmak mümkün. Tekrar belirtmem gerekirse Rüzgar Enerji Santralleri’ne değil, bu santrallerin yaşam alanlarına yapılmasına karşıyım. Bakanlık’ın ve EPDK’nın sitesine bakılırsa Çanakkale büyük tehlike altında.
VATAN HAİNLİĞİ YAFTASI
Tüm bunlar olurken bir kriterim var. Benim için böyle bir kararda –nasıl diyorsanız- yöre halkı, köylü, adalı, şehirli, şehirden yeni göçmüş veya o bölgeye kendini ait hisseden her kim varsa onun fikri esastır. Şirketler bu vesileyle köy kahvelerinde, buldukları her ortamda RES’lerin ‘kendilerince’ faydalarını anlatırken, projelerin yaşam alanlarına zarar verdiğini söyleyen insanları da suçluyorlar. Ama bu noktada bel altı vuran şirket temsilcilerinin genel izlediği o insanları “vatan hainliği” ile suçlamak, “ülkenin refaha kavuşmasını istemeyen dış mihraklar” olduklarını dile getirmek, “termik ve nükleer lobisinin adamı” olduklarını yaftalamak olacaktır. “Siz de her şeye karşı geliyorsunuz, daha düne kadar rüzgar enerjisi diyordunuz, ne oldu” deyip suçlayanlar da yok değil. Unutmayın Çernobil faciası olduğunda Karadeniz’de radyasyon yok deyip çay içen Bakan Cahit Aral’ı unutmadık. “Yapmayın, etmeyin” diyenleri de “dinsizlikle” suçlamıştı kendisi (10). Ve on binlerce insan hâlâ o günlerden kalan kanser belasıyla uğraşıyor.
YALANLAR, YALANLAR…
Bir de yalanlar var. Zaten yıllardır bildiğimiz “ülkemizin büyük enerji açığı var”, “köyünüze su getireceğiz”, “zaten 8-10 tane dikip gideceğiz”, “küyünüzün yollarını yenileyeceğiz”, “elektrik bedava olacak”, “yüzlerce gence iş vereceğiz” gibi gibi… Yalan konusunda hayal güçleri oldukça geniş. O sebeple her geçen gün yeni yalanlar eklenebiliyor (!).
NEDEN YAŞAM ALANI?
Şirketler rüzgar ölçümlerini yaparak bu projelere giriyorlar. Karlılıklarını biliyorlar. Bu sebeple ulusal elektrik hatlarına ve yollara ne kadar yakın olurlarsa maliyetleri o denli az, karlılıkları da o denli fazla olacak. Bu şartlarda bitki çeşitliliğinin ve ağacın olmadığı, yaşam alanlarından uzak alanlarda bu tirbünleri kurmak şirketlere maliyet anlamında zarar vereceğinden ötürü kabul etmemeleri gayet normal (!).
Sonuç olarak yazının başına dönersek, yaşam alanlarından uzakta olduğu sürece, tarımı, hayvancılığı, bağcılığı, turizmi, insan sağlığını etkilemediği sürece her kooperatife, her rüzgar gülüne bireysel olarak varım. Aksi halde itiraz şerhime konu olan detaylar aşağıda ve yukarda.
Kaynaklar ve Bağlantılar
- http://www.birgun.net/haber-detay/canakkale-ye-simdi-de-res-darbesi-111230.html
- http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/535675/Ayvacik_ta_planlanan_santrale_halk_tepkisi.html
- http://www.enerjiatlasi.com/ruzgar/
- http://www.enerjigunlugu.net/icerik/18455/bilginden-canakkaleye-303-mwlik-devasa-res.html#.V0CVgpGLTIU
- https://www.quora.com/What-is-the-minimum-safe-distance-from-a-house-a-wind-turbine-should-be-built
- https://www.youtube.com/watch?v=n8j88Dk45ro
- https://www.youtube.com/watch?v=4YbS0Qq2l1U&feature=share
- http://www.windturbinesyndrome.com/img/Turkish-final.pdf
- https://www.youtube.com/watch?v=zKgN2G9d0dc
- http://t24.com.tr/files/20160313163707_nukleer.jpg