‘Tarihi Yarımada’da kısa bir gezi

‘Tarihi Yarımada’da kısa bir gezi

İstanbul’u keşfetmek için günler haftalar değil, yıllar lazım. Gezmek için semt semt ayırmak, bu şekilde gezmek sanırım en güzeli. Yoksa biter mi her köşesinde saatler geçirilecek bu memleket? Sadece tarihi yarımada bile haftalarınızı alır!

Bir gün vakit ayırıp Ayasofya, Topkapı Sarayı, Darphane-i Amire, İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Yerebatan Sarnıcı’nı gezip tarihi Sultanahmet Köftecisi’nde karnını doyurmalı insan. Başka bir sefer eline bez torbalarını alıp Mahmutpaşa’dan başlamalı alışverişe. Kürkçü Han’da durmalı, Yeşildirek’te toptancılara girip, Şark Han’da hediyelik eşyaları incelemeli, Mercan’da sağa sola bakınıp, Tahtakale’nin tadını çıkartmalı. Filibe’de köfte yiyip, Mısır Çarşısı’ndan lokumlarını almalı. Kurukahveci Mehmet Efendi’den -içmese bile- kahve alıp sırf mis gibi koksun diye çantasına atmalı. Sirkeci Büyük Postane’den sevdiklerine yılbaşı kartpostalı atıp yorgunluğuyla eve varmalı. Yine de bitmez, yine de unutulan yerler, mekânlar, tatlar kalır geride. Bu kent için “bitmiş” diyenlere, İstanbul bir de bu yönüyle bitmediğini gösterir her seferinde, günün her vakti, mevsimlerin hepsinde…

hanimelicafe

Vapurla Sirkeci’ye varmak, paha biçilemez!

Geçtiğimiz haftalarda biz de gezilecek onca muhit arasından tarihi yarımadanın ufak bir kısmında, yani Fener, Balat dolaylarındaki sokak aralarında turlayalım istedik. Fener Rum Patrikhanesi’ni, Süleymaniye Camii’ni gezip, Kızıl Lise’ye dışardan şöylece baktık. Hanımeli Cafe’de soluklanıp, Vefa Bozacısı’nda günü bitirdik. Evet, tarihi yarımadanın ufak bir bölümü ile İstanbul’dan merhaba!

kizilmektep02

Kadıköy’den kalkan vapurumuzla Sirkeci’ye ulaşmak, yolculuğun başlangıcı açısından ehemmiyetli. Zira boğazı şöylece yarıp, Kız Kulesi’ni sağımıza, Ayasofya’yı solumuza alıp Galata Kulesi’ne doğru aheste giderken bi’ yandan çay içmenin, bi’ yandan da martılara simit atmanın tadı her seferinde bir başka güzel!

Planımız araç kullanmadan gezeceğimiz yerlere varmak ve oradan da sokak aralarını arşınlamak. Yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşün ardından kıyıda balık tutanlara laf ata ata ulaştık Fener semtine. Elimizde fotoğraf makinelerimiz, mükemmel karelere sahip olmamızı engelleyen puslu bir gökyüzü, çok da üşütmeyen serin bir havada ilk durağımız Sancaktar Yokuşu’nun sonundaki Fener Rum Lisesi’ydi. Bir diğer adı Kırmızı (kızıl) Mektep olarak da anılan tarihi binaya ulaşmak için biraz yokuş tırmanmak gerekiyor. Biz gittiğimizde ziyarete kapalı olan bu binanın dört bir tarafını dışardan fotoğrafladık.

Fener Rum Lisesi, Fransa’dan getirilen kırmızı tuğlalar ile inşa edildiği için halk tarafından Kırmızı Mektep olarak anılmaktaymış. Dört katlı bu binanın ilk yapılışı 1450’lere dayanıyor. Şimdiki bu kırmızı hali ise 1881 yılında Mimar Konstantin Dimadis tarafından inşa edilmiş. Liseyi fotoğraflayıp, bayır yorgunu halimizi ayaküstü dinlenerek normale çevirdikten sonra lisenin arkasından iniş kısmına doğru geçiyoruz.

sokaklar01

Tablo gibi her sokak

Bu sokakların her birini yazarak anlatmak inanın çok zor olsa da yazacağım. Dar sokaklar hayal edin, iki tarafında da çoğunluğu cumbalı olan iki veya üç katlı evler düşleyin, bu evler rengârenk olsun, karşıdaki pencereyle arasında bir ip, ipin üzerinde de kurutulmayı bekleyen giysiler olsun… İşte siz bu dar sokaklarda, rengârenk ve cumbalı bu evler arasında, ipe asılan giysilerin altından geçerek Fener’i, Balat’ı gezdiğinizi ve de fotoğrafladığınızı düşünün. Tablo gibi her sokak, her çocuk, her hatıra!

sokaklar02

Firketeci Sokağı, Atgeçmez Sokağı, Usturumca Sokağı, Kazancı Selim Sokağı gibi isimleri güzel ve ilginç sokaklardan kâh durup havasını soluyarak, kâh kedileri severek ilerledik. Yaklaşık iki saate yakın süren yürüyüş sonrasında bir yorgunluk kahvesini hak etmiştik!

Balat’taki Hanımeli Cafe’nin dışardaki masalarından birine oturduk. Oldukça şirin bir kafe burası. İç dekoru da yine ilgi çekici. Duvara monte edilen raflar ve üzerindeki turşu kavanozları, yerde eski bir kırmızı radyo, radyonun üzerinde saksılar, sizi yormayan müzikler, duvarda renkli objeler, pencerede oyalı danteller ile zevkli bir mekân yaratılmış. Kahvelerimizi yudumladıktan sonra yürüyüşe devam ettik.

sokaklar04

Yarım yüzyıllık tarihi camii

Bu bölgedeki en önemli yerlerden bir tanesi de İstanbul Rum Ortodoks Rum15 Patrikhanesi. Buraya yaklaşık 15 dakika kadar yürüyerek ulaşıyoruz. Patrikhane, Fener semtinde olduğundan ötürü Fener Rum Patrikhanesi adıyla da anılıyor. Avlusunda durup gökyüzünün maviliğine bakmak insanın içini iyi ediyor, zira oldukça geniş ve ferah bir avluya sahip. Sonra binadan içeri giriyoruz. Ortodoksluğun merkezi olarak bilinen Patrikhane, 1600’lerin başından beri şu an içinde bulunduğumuz binaya taşınmış ve burada kalmış. İçeride biraz gezinip flaşsız fotoğraf çektikten sonra sokaklara vuruyoruz yine kendimizi.

patrikhane02

Yeni durağımız Mimar Sinan’ın ‘kalfalık eserim’ dediği Süleymaniye Camii. Yine yokuş çıkıyoruz. Etrafımızdaki esnafları, oyuncakçıları, tahta kaşıkçıları, Mercan’ın renkli dünyasını arkamızda bırakarak… Süleymaniye’ye vardığımızda ilk iş olarak koca ağaçların altındaki banklarda şöylece oturup soluklanmayı seçtik. Yapımı sekiz yıl süren ve 1558’de biten cami Kanuni Sultan Süleyman adına yapılmış olup içerisinde medrese, kütüphane, hamam gibi dükkânlardan oluşan bir külliyenin parçası.

suleymaniye01

Süleymaniye Camii, İstanbul siluetleri arasında önemli bir yere sahip. Konumlandığı yer o kadar güzel ki vapurla Sirkeci’ye gelirken de, Haliç’te çayınızı yudumlarken de Süleymaniye’siz yapamazsınız. Gecesi ayrı bir görüntü, gündüzü farklı bir güzel! Mimari deha Mimar Sinan’ın Edirne’deki ustalık eseri Selimiye Camii’ne benzer özellikler taşıyan bu cami bugün elbette bir ibadethane olduğu kadar turizm için İstanbul’un önemli yüzlerinden bir tanesi. Zira günümüzde altı ayda yapılan derme çatma tarihi yapılar, binalar ve camileri gördükçe 450 yıl önce yapılan bu güzelliğin tadını çıkartası geliyor insanın.

vefabozacisi01

 

Bol tarçınlı boza, avuç içinde leblebi

Caminin bahçesinde, avlusunda ve içinde kısa bir tur yaptıktan sonra, günü sonlandırmak için yeniden koyuluyoruz yola. Şimdiki durağımız ise Vefa semtinin en önemli mekânı ‘Vefa Bozacısı’… Bozacının hemen karşısındaki kuruyemişçiden sıcacık leblebilerimizi alıp 1876 yılından beri hizmet veren bozacının kapısından içeri giriyoruz. İçerde bizler gibi bozanın tadına bakmaya gelmiş birçok kişi var. Biz de hemen bol tarçınlı bozalarımızı alıp bir yandan mekânı süzüp, bir yandan bozalarımızı içiyoruz. Bu arada sıcacık leblebileri de yemeyi ihmal etmiyoruz elbette!

vefabozacisi03

Güneş gittikçe ışığını yitiriyor, gri kentin sokak lambaları yavaş yavaş yanmaya başlıyor. Biz Vefa’dan aşağıya, sokak aralarından inmeye devam ediyoruz. Arabada lahmacun satanlar, ikinci el kıyafet satanlar, akşam ekmeğini yetiştirmeye çalışan fırınlar ve vapuru kaçırmamak için hızlıca yanımızdan geçen insanlar görüyoruz. Bu kentte yaşam hiç durmadan, bazen aheste, bazense hızlıca akıp gidiyor. Biz öğle öncesi başladığımız gezmemizi akşama doğru Sirkeci’deki Kadıköy Vapur İskelesi’nde arkadaşlarımızla vedalaşarak bitiriyoruz. Dimağımızda tarihi sokaklar, damağımızla bozadan kalan güzel bir tat, ayaklarımızda hafif bir ağrı ile evlerimizin yolunu tutuyoruz…