Selanik’te İzmir kokusu hissederek yürümek

Selanik’te İzmir kokusu hissederek yürümek

Yürümeyi seven insanlara, Selanik’i gezmek için iki gün yeter de artar bile. Biz arkadaşlarımızla üç günlük bir plan yapınca, iki günümüzü Selanik’te, bir günümüzü de araç kiralayıp da ulaştığımız Khalkidi’de geçirdik. Selanik tarihinde ve sokaklarında kendimizden izler bulduk. Arşınladığımız sokaklardaki gündüz sakinliğine, gece ise hınca hınç mekânlarına bakıp, şaşırdık kaldık.

Selanik’e havayolu ile 1,5 saatte veya karayoluyla yaklaşık 9-10 saatte ulaşmak mümkün. Biz bir turizm firmasından bilet kestirdik. Vasat bir konforla Selanik’e ulaştık, vasatın altında bir performans ile de İstanbul’a döndük. Türkiye ve Yunanistan gümrüklerinde tek tek araçtan inmek, bagajların kontrolu, Duty Free’de alışveriş molası derken en az iki saat maalesef yok oluyor. Oysa sınırlar olmasa, gümrük kapılarında beklemek zorunda kalmasak yol 10 saat değil 8 saat sürecek besbelli. Bir de otobüs firmasının tekel olmasından ötürü ilgisiz ve nahoş tavırlarıyla gerçekleşen yolculuğumuz güzel anılardan uzaktı. Otobüs yolculuğu için bir kişi gidiş geliş 200 TL verdik.

Bir sokakta kurulan bit pazarı ve antikacı dükkanlar

Biz ekipçe hostelde kalmayı seçtik. Kaldığımız hostel 3-4 yıldızlı bir otel standartlarında, temizliğinde ve kalitesindeydi. Birçok noktaya ulaşma konusundaki uygun konumu ve karşılaştığımız ilgililer sayesinde doğru bir karar verdiğimizi şimdi daha iyi anlıyoruz. İki kişilik oda ve kahvaltı için, kişi başı, gecelik 60 TL ödedik.

Selanik, Yunanistan’ın ikinci büyük kenti. Kriz onları oldukça etkilemiş. Birçok dükkân, işyeri ya kepenk indirmiş ya da inanılmaz indirimli fiyatlarla satış yapmak zorunda kalmış. Üç yıl önce Selanik’e yine gitmiştim. O zaman fiyatlar İstanbul fiyatlarının üzerindeydi. Bu gezimizde fiyatların çok daha aşağı indiğini, hatta birçok üründe İstanbul’un altında kaldığını söyleyebilirim.

Eftapurgio Kalesi'nden kentin genel görünüşü

Şehir içerisinde taksi kullanmak yerine otobüs kullanmak mantıklı görünebilir. Fakat Selanik’te gezeceğiniz her yere yürüyerek gitmeniz mümkün. Bu sebeple biz taksiyi sadece uluslar arası otobüs terminali ile şehir merkezi arasında kullandık. Bunun için de yaklaşık 10 EUR ödedik. Biz kullanmadık ama otobüs bileti 1 EUR’ydu.

Birçok ülkede olduğu gibi Pazartesi günleri Selanik’teki birçok müze ve gezilecek yer kapalı. İbadethaneler, kilise ve katedraller ise elbette açık. Atatürk Evi’nde tadilat olduğundan ötürü sadece bahçesini gezmek mümkün. Eşyalar şu anda Türkiye’de restorasyondaymış, bina içi ise yenileniyor. Hem restorasyon olduğundan gezmeye izin yok, hem de daha önce gezdiğimiz için plana almıyoruz biz de.

Selanik'İn çiçekli bir sokağından

YEDİKULE’DEN SELANİK’E BAKMAK

Selanik’i gezmeye yukardan başlamak çok akıllıca. Eftapurgio Kalesi ve etrafındaki surlara ulaşmak için, kent içindeki tarihi yapıları gezdiren turistik otobüsü tercih ettik. Bunu seçmesek bir saat kadar yokuş yukarı yürümemiz gerekecekti. Biz aynı yolu aşağı doğru yürüyelim istedik. Üstü açık turistik otobüse 5 EUR ödedik ve yaklaşık 15 dakika sonra Eftapurgio Kalesi’ne ulaştık. Etrafta bulunan hediyelik eşyacılardan birkaç anı malzemesi alıp kalenin içine doğru yeltendik. Kalenin en yüksek noktasından kente baktığınızda Asansör’den İzmir’e bakıyormuşsunuz hissi uyanıyor insanda. Kent adeta ayaklarınızın altındaydı. Bu arada Eftapurgio, Yedikule demekmiş…

Hava güneşliydi fakat öyle çok da etkili değildi güneş. Gezmek, yürümek, Doğu ve Orta Avrupa’da herhangi bir kenti gezmek için en uygun mevsimi yakalamıştık… Kaleyi arkamızda bırakarak özel turların hiçbirinde yer almayan, pek de turistin bilmediği Tsinari semtine doğru yürümeye başladık. Mandalina kokulu sokaklardan, begonvillerle bezenmiş evlerin arasından hayaller kurarak yürüdük. Bir şekilde Selanik’te yaşamam gerekseydi sanırım oturacağım yer bu bölge ve bu evler olurdu. Tsinari’de (The Old Tree) bulunan heybetli birkaç ağaç var. Bu ağaçların etrafına kurulan birkaç taverna ile burası tam sayfiye yerini andırıyor. Taverna deyince bizdeki çalgılı, müzikli mekânlar akla gelmesin. Taverna, Yunanca’da bildiğiniz lokanta demek… Zil çalan midelerimizi burada bir mekânda susturduktan sonra Agios (Aziz) Dimitrios Kilisesi’ni ziyaret ettik.

Tsinari'de bir taverna

Aziz Dimitrios Kilisesi ile aynı caddede yer alan bir bitpazarının varlığını öğrenince hemen yolumuzu oraya düşürdük. Daha önce gezdiğim pazarların ancak minyatürü olabilecek küçüklükteki bu pazarda da elbette koleksiyonluk parçalar bulmak mümkündü benim için. Bir saat kadar plakları, efemeraları, kibrit kutularını ve kartpostalları inceledikten sonra alışverişi tamamlayıp yine çok yakınımızda bulunan Aya Sofya Kilisesi’ne bir bakış atıp günün tarih gezintisini sonlandırmış olduk.

 

Hostele varmadan önce son durağımız Aristo Meydanı civarındaki Kapani Çarşısı ve Modiano Market’ti. Kapani Çarşısı içerisinde sebze, meyve, hediyelik eşya, şarküteri gibi birçok dükkân var. Açık bir pazar ve kent alışverişini buradan yapıyor. Modiano Market içerisinde de et ürünleri satan dükkânlar ve et ürünleri yapan tavernalar var. Her çeşit balık satan tezgâhlar, kocaman etlerin sarkıtıldığı kancalı reyonlar ve salaş tavernalar Modiano Market’in rengi durumunda…UNESCO Dünya Miras listesinde yer alan Agios Dimitrios Kilisesi'nin içi

BEYAZ KULE’DEN BUZUKİ SESİNE DOĞRU

Sokakları arşınlayarak dolaşmaya devam ediyorduk. Ama yorgunluk biraz bastırınca önce hostelde birkaç saat dinlenmeye ardından da şehrin en önemli simgesi olan Beyaz Kule’den Ladadika bölgesine doğru gitmeye karar verdik. İlk hali 12. yüzyılda Osmanlılar tarafından inşa edilen Beyaz Kule’nin 1400’lü yıllardaki ikinci inşasının Mimar Sinan tarafından tasarlandığı da rivayet ediliyor. Kordonun hemen başlangıcındaki bu kule kentin merkezi konumunda bulunuyor ve neredeyse tüm buluşmalar, adres tariflerinde bu kule kullanılıyor.

Seferi Mucip bit pazarından aldıklarını Aristo Meydanı'nda sergiliyor!

Kule ve Ladadika arasındaki kordon boyu İzmir’i hatırlatıyor bizlere. Alsancak’tan Pasaport’a uzayan kordonun neredeyse aynısı burada. İzmir’deki sahil kafeleri/barları gibi barlar Selanik gecelerini canlı tutuyor. Kordon boyunca bisiklet kullananlar için ayrılmış yolda bisiklet kullananları görmeniz mümkün. Selanik aynı zamanda kafeler ve mekânlar kenti diyebiliriz. Her köşe başında, sokak arasında yüzlerce kafe var. Hepsinin kendine has tarzı ve müzik seçimi var. Kordon boyunca yürürken tek eksiğimiz belki de çekirdekti, kim bilir…

Ladadika Selanik’in gece hayatı için otantik bir merkez konumunda. İstanbul’un Nevizade’si gibi düşünebilirsiniz. Selanik’te hayat gece 10’dan 11’den sonra başlıyor. Akşam yemeğini de o saatte yiyip geceyi uzatıyorlar. Ladadika’daki bu tavernalar sokağı, limanın hemen karşısında yer alıyor ve bu bölgede onlarca benzer mekân var. Bir akşam dışarıda Yunanistan’ın meşhur içkisi Ouzo’yu içmek, Ege mezeleriyle damağınızı şenlendirmek ve buzukinin sesiyle geçmişe geri dönmek isterseniz yolunuzu buraya düşürmeniz kaçınılmaz. Biz de Selanik’e yola çıkmadan birkaç hafta önce rezervasyonumuzu yaptırdığımız bir tavernada, buzuki ve gitarla Ege müziklerini bir de Yunanlılar’dan dinleyerek masamıza gelen envai çeşit lezzetin tadına baktık.

Mediano Market'teki bir balıkçının tezgahından

Selanik en başta da dediğim gibi iki günde doya doya gezilebilecek bir Ege kenti. Benzer lezzetler, aynı duyguları hisseden insanlar, tanıdık binalar ve ezgiler duyabileceğiniz Selanik, çok ilginçtir ki İstanbul’a da bir İzmir uzaklığında…

SELANİK’İN UNESCO DEĞERLERİ

Agios (Aziz) Dimitrios Kilisesi 1988 yılında UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’ne alınmış bir yer. Selanik’in koruyucu meleği olarak anılan bu yapı Bizans anıtlarının bir parçası olarak kabul görüyor. 4. yüzyılda bir Roma Hamamı üzerine inşa edildiği rivayet edilen bu yapı, sonrasında defalarca elden geçirilmiş. Her daim ziyarete açık olan kilisenin içerisinde bizim ziyaretimiz esnasında da birçok turist bulunuyordu.

Selanik’teki bir diğer UNESCO değeri de Hagia Sophia (Aya Sofya) Kilisesi. 3. yüzyıldan beri varlığı bilinen bu yapı, 8. yüzyılda İstanbul’daki Aya Sofya mimarisiyle benzer öğeler taşıyarak yeni haline ulaştırılmış. 1400’lü yıllarda Osmanlılar tarafından camiye dönüştürülen kilisenin, yaklaşık 100 yıl önce yeniden ilk haline döndürülerek ziyarete ve ibadete açılması sağlanmış.