Poyrazlar Gölü için düşün yollara
Açılışı beklenen bir sanat eserine iliştirilmiş, dantelli örtü gibiydi Poyrazlar Gölü’nün üzerindeki sis. Yavaş yavaş kalkarken gölün üzerinden, canlı bir belgesel izler gibi karşısında dikilmiştik elimizde sıcacık çaylarımızla sabahın köründe!
Gün ağarırken yola koyulduk. Henüz sıcağın ısıtmadığı şu günlerde, puslu bir havada aheste yol aldık Adapazarı’na doğru. Göl deyince aklımıza ilk olarak İznik Gölü ve Sapanca Gölü geliyordu bizim. Ama Adapazarı merkezden yaklaşık 10 km içeride yer alan ufacık Poyrazlar Gölü, etrafındaki mesire alanıyla birlikte bulunmaz bir vahaymış meğer!
İstanbul’a 140 km uzaklıktaki Poyrazlar Gölü’ne 1,5 saatte ulaştık. Göl kenarına aracımızı bıraktığımızda 50 metre ötemizi göremiyorduk. Zira sis gölün üzerine, mesire alanının tamamına çökmüştü. Sisin aralanmasını umarak sıcacık ekmeğimizden bir parça kopartıp bu güzelliği bize sunan kâinata şükrettik…
SANAT ESERİ GİBİYDİ
Saat sabahın 10’uydu, biz ağaçlar altında aylak aylak geziyorduk. Bizden başka kimse yoktu göl etrafında. Açılışı beklenen bir sanat eseri üzerindeki dantelli bir örtü gibiydi sis. Yavaş yavaş kalkarken gölün üzerinden, canlı bir belgesel izler gibi karşısında dikilmiştik elimizde sıcacık çaylarımızla. Bir piknik tüpü, bir çaydanlık, su ve çaydan ibaret değildi elbette hazırlıklarımız. Başrolde ise romantizm ve sessizlik vardı bu saatlerde.
Bu sise her türlü şiir okurum ben. Duvağını kaldırıp da eşini öpen bir adamın refleksi ile alnından öpesim geldi gölü, kendimde değildim. Ezginin Günlüğü’nün her türlü ezgisi yolda da, kamp yapacağımız göl kenarında da bizimleydi, mutluluğumuza şahitti. Sis kalktı, büyü bozulmadı bozulmasına ama kendimize gelip rüyadan da çıkmamız gerekiyordu. Zira göl, güneş, güzellikler ve doğa bizi bekliyordu!
Güneş Nisan ayının nazlılığını teyit edercesine, bulutların arasından bir görünüyor, bir kayboluyordu. Kahvaltımızdaki beyaz peynirler, zeytinler, ev reçeli, domates ve salatalıklar zil çalan midemizdeki yerini alıyorlardı. Yürüyüş öncesi karnımız tok, enerjimiz tam, moralimiz yerindeydi. Kolay bir parkur ile gölün etrafında yürüyüşe başladık. Bazı kısımlara giriş olmadığından ötürü bitiremedik ama gölün yarısını yürümüştük. Yürüyüş sonunda ufak bir büfe önüne atılan masa sandalyelere kurularak yorgunluk kahvelerimizi içtik; arkamızda yeşil, önümüzde mavimsi renkler, kulağımızda alanda özgürce dolaşan kazların sesiyle…
GÖLDE ‘DENİZ’ BİSİKLETİ KEYFİ
İtiraf etmeliyim ki, masamıza dönüş gözümüzde büyüdü. İyi ki de büyüdü de göl üzerindeki ‘deniz’ bisikletiyle pedal çevirerek kamp kurduğumuz alana ulaşabildik. Doğaya, gece konaklayacağımız alana, ağaçlara, sessizliğe bir de göl üzerinden bakmak yüzümüzü iyice güldürdü diyebilirim.
Öğlen menüsünde bulgur pilavı vardı. Bu satırların yazarı pilavın bulgurlu olanını şöyle ıslak ıslak, bol soğanlı seviyor. Acelemiz yoktu, peşimizden kovalayan da, arkamızdan kornaya basan da. Bir yandan aşklarımızı konuştuk, bir yandan da anıları, geride bıraktıklarımızı. Bulgur pilavı demlenirken Urfa’dan aldığım o al salça ile rengini bulmuş, et niyetine doğradığımız soğanlar tencereden gülümsüyordu. Tadına doyum olmuyor, kendi yaptığın pilavın içerisine arkadaşlarınla kaşık sallamanın…
Güne erken başlamak gibisi yok. Henüz daha günü yarılamıştık ki bol oksijen ve ortamın dinginliğinden olsa gerek bir uyku bastırdı. Hamağa şöylece uzanmam ile uykuya dalmam bir oldu. Efil efil olmasa bile tatlı tatlı esen yel öyle güzel geldi ki anlatamam.
MÜMKÜNSE HAFTA İÇİ GİDİN
Gece için biraz odun topladık. Çadırlarımızı yaptık. Masamızı kurup, başköşeye şarabımızı iliştirdik. Sohbeti de Edip Cansevervari bir hareketle önümüze öylece bıraktık. Poyrazlar Gölü kıyısında gün başlarken rüya gibiydi, öyle devam etti. Gece özel bir noktayı doğa kendi elleriyle koydu. Çadırımın üzerine düşen birkaç damla yağmur, sesiyle birlikte geceye afili imzasını atıyordu.
Pazar sabahı bir önceki gün kadar sessiz değildi gölün kıyısı. Günübirlik pikniğe gelenlerle biraz kalabalıklaşmıştı mesire alanı. Bizim çadırlar biraz garip kaldı ortalarında anlayacağınız. Zaten biz hem doğadan, hem de Poyrazlar Gölü’nden alacağımızı çoktan almıştık. Hava bugün daha da güneşli ve sıcaktı. Mükellef bir kahvaltı ile güne başlamak mutluluk vericiydi. Göl kıyısında balık tutmaya çalışanları izleyerek ve simit parçaları attığımız kazların sevimliliği ile dakikaları bir bir geçirdik.
Poyrazlar Gölü, gizli kalmış bir cennet. Çevresi ‘henüz’ bozulmamış, yürüyüş parkurları ağaçlar arasında olan, göl üzerinde keyif çıkartacağınız imkânlara sahip nadide ve birçok kişi tarafından henüz keşfedilmemiş bir cennet hem de! Hafta içi ve Cumartesi günleri, Pazar gününe nazaran çok daha sakin olduğunu özellikle belirtmeliyim. İstanbul’dan bir çırpıda ulaşacağınız, içerisinde huzur bulup arınacağınız göl kenarı keyfi için fazla beklemeden düşün yollara!
Cennete gidişin tarifi
Her ne kadar GPS, navigasyon ve internet haritaları günümüzde revaçta olsa da ben klasik yöntemle Poyrazlar Gölü’ne ulaşımı yazayım… Yapacağınız yolculuğun tamamı ya otoyol ya da otoban üzerinden olacak. Stabilize veya toprak yol yok. İstanbul’dan paralı yola girdikten sonra Adapazarı yönünde devam edin. Kocaeli’yi geçtikten sonra, Adapazarı tabelasından çıkın. Çıktığınız bu yol D-100 karayoludur. Düzce istikametine devam edin, Karasu tabelasından sapın. Saptığınız bu yol da D-650 yoludur. Sekiz km sonra sol tarafınızda göreceğiniz ‘Poyrazlar Gölü Mesire Yeri’ tabelası cennete geldiğinizin habercisi!
Poyrazlar Gölü’nde ne yapılır?
Poyrazlar Gölü’nde balık tutabilirsiniz. Bizim ziyaretimiz esnasında ‘kızılkanat’ tutan birkaç balıkçı vardı. Haşlanmış buğday ile hem de! Göl üzerinde bisikletle gezintiye çıkabilirsiniz ki, bunu mutlaka yapın. Mesire alanı içinde ufak büfeler var ama dışarıdan yiyecek ve içeceğinizi temin etmek daha cazip olabilir. Mangal yakmak serbest. Tuvalet, çeşme, kamelya, tahta masa ve sandalyeler ise misafirler için hazır ve nazır. Eğer kamp kuracaksanız da işletmeye önceden haber vermelisiniz… Kamp ve giriş ücretleri ise can yakmayacak cinsten.