En Sevdiğim 10 Sonbahar Rotası
Gezmek mikrobik bir hastalık adeta. Yakalandı mı yaz, kış veya bahar fark etmiyor ve yollara düşürüyor bu mikrop herkesi. Benim de Ekim – Kasım’da yolumu düşürmekten pek hoşlandığım birçok yer var. Aklıma gelen ilk 10’unu sizler için kaleme aldım!
Kıyıköy: Trakya’nın en sevdiğim köşelerinden biri Kıyıköy. Balığın bolca olduğu zamanlar, Karadeniz’in hırçın dalgalarını suratıma suratıma yemeye bayılıyorum. Güneş hemen hemen her gidişimde yüzünü bulutların arasından gösterse de, esintisi eksik olmayan Kıyıköy’de, balık yemeden de dönmek haram. Köşk Restoran’dan Hakan’ın şömine önüne kurduğu masada beyaz bir şarap eşliğinde mavilere bakıp durun siz de. Kaldıysa eşede köşede cevizlerin tadına bakın, fenere, dalgakırana, kıyıya çekilmiş teknelerin arasında yürüyün gidin.
Poyrazlar Gölü: İstanbul gibi bir metropole bu denli yakın olup da henüz bozulmamış nadir alanlardan bir tanesi Poyrazlar Gölü. Kamp yapmayı seviyorsanız, hele bir de karavanınız varsa göl kıyısında enfes bir kamp, gecesinde içinizi ısıtacak bir kamp ateşi, kuracağınız mükellef sofra etrafında dostlarınızla sabaha dek uzayan muhabbetler ve –eğer şanslıysanız-günün ilk ışıklarıyla gölün üzerinde beliren sis bulutuyla en az birkaç haftanızı kurtardınız demektir! Göl üzerinde deniz bisikleti ile gezinmek, göl etrafında da yürüyüş yapmak size iyi gelecek emin olun…
Abant: Hangi mevsimini seviyorsunuz diye sorsanız inanın net bir cevap veremem. Baharın ilk çiçekleri açtığı zaman da, karların bembeyaz yaptığı zaman da. Hele sonbahar? Sakinliğin, kimsesizliğin ve sessizliğin sesini duymak için düşürün yolunuzu Abant’a. Bir pergel ile 20 kilometrelik bir çember çizseniz, Abant içerisine Sinekli Yaylası’nı ve Mudurnu’yu da alır ki, oraları da rotaya ekleyerek tam bonus yapmanız mümkün. İsterseniz faytona binin, isterseniz alabildiğine yürüyün. Hiç olmadı bir Turgut Uyar şiiri okuyun ahşap masalarda göğü izlerken!
Garipçe: Gitti gidiyor Garipçe. Üçüncü köprü ne yazık ki, Garipçe’nin üzerine heyhula gibi bir gölge ile geliyor. Bundan sonraki yaşantımın belki de sonbahar rotalarından çıkacak olan Garipçe’yi eski sevdalı günlerimize binaen bugün listeme alıyorum. Belki sizler de son defa bir elveda için Garipçe’ye gidersiniz. Asmaaltı’nda sobanın başına oturup Ahmet’ten bir muhlama istersiniz. Karadenizliler’in ağırlıklı olarak yerleşik olduğu Garipçe son 6-7 yılını zaten şaaşa içinde geçirdi. Tanındıkça çehresi değişti, tanındıkça kalitesi de azaldı. Ama yine de Garipçe tepesine şöyle bir tırmanıp Poyrazköy’e el sallamak, anıları yad etmek, boğazın Karadeniz’e çıkış noktasına bir de buradan bakmak hiç de fena fikir değil. Hele de iki adım ötede Rumeli Feneri ve Rumeli Kavağı varken!
Sivrice: Keşmekeşin başkenti İstabul’a her ne kadar 6-7 saatlik bir yolda olsa da, denize sonbaharda pek girilemese de, lüfer aşkına Sivrice’ye gidilir. Behramkale’ye 15 dakika uzaklıktaki Sivrice’de yapacak çok şey yok deseler de yaratıcılığınıza güvenin siz. Dutburnu’nda sütlaç ye, Son Gemi’de kedilerle oyna, akşam Muammer Amca’da salaşlığın dibine vur. Sivrice, bu coğrafyanın henüz bozulmamış huzur abidesi bir yer. Denizin dibi, köyün içi, samimiyetin ta kendisi, balığın da tazesi burada. Cumadan yol düşürülesi, akıl çelinesi bir yer Sivrice.
İğneada: Trakya’nın Karadeniz’e en uç noktalarından biri. Civarındaki longoz ormanlarıyla bezenmiş bu doğa harikası yerden Dünya’da sadece üç tane var. Son günlerde nükleer santral ve çimento fabrikası yapılması ile de gündeme gelen İğneada kendi haline bırakılmış bir üvey evlat muamelesi görüyor. Bulgaristan evlerinin netçe seçilebildiği İğneada’da Dobra Doşli’nin köftesini yemeden dönmeyin! Ha, mucit Burhan amca ile deniz kıyısında bir sohbet çayı için ve “Vosvosçuların selamı var” deyin, o anlar…
Bozcaada: Benim için Bozcaada’ya gitmek için mevsim fark etmiyordu. Ocak, Mart, yaz sıcağı, sonbahar, yıl sonu… Her mevsimi ayrı güzeldi, her mevsimi ayrı çekiyordu. Sonra… Sonra öyle bir çekti ki bu yılın Nisan’ında adaya yerleştik! Niçin sonbaharda adaya gelir insan? Ne yapar sonbaharda adada? Rum mahallesinde kimsecikler yokken dolaşır, Ayazma Plajı’nda kırık dökük bir masa üzerinde şarabın yanına meze yapar bir peyniri, balık halinin oradan tepeye tırmanır kale manzarasına doğru geçirir saatleri, limandan kalkan bir tekne bulursa kalamara gider onunla, Ada Cafe’de bir muhallebi yer, Çiçek Pastanesi’nde kurabiye! Eh akşam da bir meyhanede, rezervasyona gerek bile duymadan kurar çilingiri, sürer sefasını, yudumlar meyini, adanın poyrazına aldırmadan…
Amasra: Aslında benim için Safranbolu ve Amasra ayrılmaz ikili demek. Ne zaman Safranbolu’ya gitsem, ucu Amasra’ya değiyor. Fatih’in tepeden görüp de “Çeşmi Cihan”, yani Dünya’nın Gözü diye betimlediği Amasra, o güzelliğini her geçen yıl kaybediyor. Bölge termik santral tehlikesi altında. Her ne kadar son yıllarda imar hızı azalsa da, çok da düzgün bir yapılaşma olduğu söylenemez. Fatih yeniden o tepeye çıksa Amasra’yı bu hale getirenleri kovalardı eminim! Amasra, çok ilginç bir coğrafi yapıya sahip. Bir kısmı yarımada olan bölümde denizle kucaklaşmanız, Tavşan Adası’na nazır fotoğraf çektirmeniz, dönüşte mendirekte keyifle yürümeniz mümkün. Sahilde birçok balık restoranı var. Ben yıllar önce Çeşmicihan Restoran ile Amasra’ya “merhaba” dediğim için yine onunla devam ediyorum. Barbun varsa hayır demiyor, alangirli salatalarından ortaya bir tane söylüyor, bir duble rakıyla afiyetle yiyorum. Amasra’ya bir tutulursanız vay halinize!
Eskişehir: Ortasından nehir geçen, deniz geçen yerler ne güzeldir değil mi? Porsuk Nehri’nin ikiye böldüğü Eskişehir, Yılmaz Büyükerşen’in sihirli parmaklarıyla bir Avrupa kenti görüntüsüyle son yılların en gelişen kenti. Odunpazarı Belediyesi’nin başarılı çalışmalarıyla düzenlediği parklar ve alanlar, bugünlerde “ilk yerli arabamızı yapıyoruz” nidalarına nanik yapan ‘gerçek’ ilk araba Devrim ve şehrin her noktasına konuşlandırılmış heykeller görülmeye değer. Hicri Sezen Meydanı’ndaki Konak Balaban’ın Balaban köftesi ise yemeye değer! Haydarpaşa’dan kalkan trenler artık ne yazık ki yok. O sebeple Pendik’ten kalkan hızlı tren ile kısa sürede Eskişehir’e gitmek mümkün, deneyin derim.
Şile: Çok şaşırtıcı değil mi, Şile otobanının yapılması, üçüncü köprü bağlantılarının tamamlanmak üzere olmasına rağmen Şile’nin halen nadide köylerinin olması? Rant, kapıya dayansa da Şile köylerini vurmaması en büyük dileğimiz. Önümüzdeki günlerde bu yıl üçüncüsü yapılacak Tohum Takas Şenliği’yle ekolojik sahnedeki yerini de sağlamlaştıracak Şile. Hacıllı, Sarıkavak, Kabakoz, Tekeköy ve Yeniköy, Şile’nin en sevdiğim yerleri. Hele de Ahmetli köyünden eski yola bağlanırsam köyler arasından kestane ağaçlarına dalmanın tam vakti. Şile sahili manzaralı, tekne içinde hamsi – bira ikilisi ile mutlu mesut bir halde günümü geçirebilirim. Şile merkezinde hafta sonu kurulan pazardan hindiba, köy yumurtası, yeşillik bulmak ise mükafat gibi insana; İstanbul’a bir saat uzaklıkta olup da, köy hayatı yaşattığı için!