Depremde zarar gören köyleri ziyaret ettik, köylülerle konuştuk
Bir haftadır devam eden depremlerden en büyük hasarı gören Ayvacık’a bağlı Babadere, Tuzla, Yukarıköy, Taşağıl, Çamköy ve Kocaköy’ü ziyaret ettik. Gerçekleştirdiğimiz ziyaret esnasında 30’u aşkın depremzedeyle birebir görüştük. Depremzelerin yaşanan ilk depremden bu yana neler hissettiklerini, bir haftadır nelerin yapıldığı ve bölgedeki izlenimlerimizi kaleme aldık.
Depremlerin en sık yaşandığı yer olan Çanakkale’nin Ayvacık ilçesi Ege Bölgesi’nin turizm, tarım ve hayvancılık alanında gelişen ilçelerinin başında geliyor. Kuzay Ege’de yer alan ilçenin köylerinin kimisi deniz seviyesine yakın ova köyleriyken, bazıları da yayla köyleri konumunda. Bölgenin en önemli turizm alanı Gülpınar’a bağlı antik kent Alexandria Troas, depremde herhangi bir zarar görmemiş. Bölgenin en verimli ovalarından olan Tuzla Ovası’na bakan köyler domates, yeşil sebze ve fasulyeyle geçimini sağlarken, yayla köyleri ağırlıklı küçükbaş hayvancılık ve ova köylerinde yevmiyeli çiftçilikle geçimini sağlıyor.
Bölgede yedi tane Yörük köyü var. Göçebe Yörükler’in köylerinin hepsi denizden yüksek yerlerde. Yukarıköy de bunlardan biri ve hatta en büyüğü. Depremde zararı büyük olan yerlerden. Hayvancılıkla uğraşan köydeki birçok ağıl ve ahır yıkılmış durumda. Çamkalabak, Kaşkaya, Çamiçi, Çamtepe, Tabaklar nispeten daha ufak köyler, mezralar, mahalleler. Onlardaki hasarlar daha az.
Biz köy ziyaretlerine Babadere’den başladık. Yaklaşık 100 kişinin yaşadığı köyde Temiş teyzeyle, Fatma teyzeyle muhabbet edip evlerini ziyaret ettik. Köyde sadece 5 çocuk yaşıyor. Ağır hasarlı 2-3 ev var. Domates ve hayvancılıkla geçimlerini sağlıyorlar.
69 yaşındaki Fatma teyze “Evim taş evdi, duvarı yıkıldı, canımızı zor kurtadık. Bir güzel indi evimizin bir duvarı. Arabaların içinde yatıyoruz. Konteynerlar bugün (Cumartesi) geldi ama cereyan ve su yok. Yaşlılar var köyde, gençler yok. İnsancıklar perişan oldu. Pazartesi akşamından beri dışarlardayız. Eve giremiyor insan, baksana (duvardaki yarıkları gösteriyor) nasıl açıldı evim. Yaşlıyız, çok korktum. Çürüğüz gari, ağlaya bağıra canım çıktı. Depremde cereyanlar bir kesildi, daha yeni geldi. Kocam 74 yaşında” diyor.
Biraz da, yine köyde yaşayan Türkan Akın’la konuşuyoruz. “Çok korkuyoruz, uyku falan yok. Arabada yatıyoruz. Buraya yemek de gelmiyor. Yazılmış listeye aslında da getirmiyorlar. Bugün tam yemek yapmaya girdim, deprem oluverdi, çıktım. Çok korkuyoruz yemek yapmaya, bulaşık yıkamaya. Kalbim sızlıyor, ne yapacağız bilmem.” diyor tedirginlik içinde.
O anda Çanakkale’den oğulları ziyarete gelen Azize Gemici’nin evini ziyaret ediyoruz. Depremin olduğu vakit yataktan fırlayan Azize abla yatağı bile öylece bırakıp Çanakkale’ye çocuklarının yanına gitmiş. Azize abla: “Evin içi çok hasarlı. Çok zor yavrum. Allah vermesin kimsenin başına. Alt katlar daha iyi. Hâlâ yatağım dağınık duruyor, bir çıkış çıktım, bugün dolaşmaya geldik evi. İki eşya kurtaralım dedik.”
“KORKUDAN ÇIĞIRIYORUM”
İkinci durağımız depremde yoğun hasar gören Tuzla’ydı. Mediha Pesen’in yanına vardık. “Canımıza bi rşey olmadı, kendimiz na’palım. Hayattayız şükür. Malımıza da çok bir şey gelmedi. Var ama az, canımızı kurtardığımıza razı geldik. Tuzlalılıyız biz. Çok yıkık ev var. 70 – 80 tane yıkık ev var. Çatlaklar hariç. Biz kendimiz liste aldık. Söylemiyorlar, nedenini bilmiyorum. Çadır kentte rahatız. Yemeğimizi, çadırımızı verdi AFAD ama çok üşüyoruz geceleri. Çok korkuyoruz, felaket korkuyorum, çır çır çığırıyorum.” diyor.
Çanakkale’nin meşhur domatesinin anavatanı Tuzla Ovası. Köylü geçimini çiftçilikten kazanıyor. Domates, yeşillik, fasülye, karnabahar, karpuz, kavun. Pazara gelen malların çoğu Tuzla Ovası’nın marifeti.
Mediha abla ekliyor: “Evladım bir de termalden çok rahatsızız. Depremin ondan olduğunu düşünüyoruz. Çok da gürültü yapıyor. Şu anda kapalı fabrikalar. Eski muhtarlar yaptı bu termalleri. Aramızda imza toplayıp ‘biz istemiyoruz kardeşim’ diyemiyoruz. Çünkü aramızda birlik beraberlik yok. Burada borular var. Bazen borulardan akan suya artık ne karışıyorsa mahsul ziyan oluyor. Ne yapazağız bilmiyorum”
Köyler arasında yardımların adil dağıtılmadığına dair söylentileri de soruyoruz, “Yardım ayrımı görmedik. İki gün bir şey gelmedi ama sonra geldi. İlk iki günü saymazsak her şeyimiz geldi. Kaymakamlar, vali, milletvekilleri, belediye başkanları hepsi geldi sağ olsunlar” diye ekliyor.
Çadır önünde toplaşan kadınların arasına giriyoruz. Fatma Pesen orada ve “Ben Taşboğazlı’yım. Bizim de evimiz çatlak. Gelinleri, oğlanları dolamaya geldik. Bizim de yarıklar var, geliyorlar soruyorlar gidiyorlar. Bize de böyle çadır kuruyorlar. Ne olacak bilmiyoruz.” diyor.
7 AYLIK HAMİLE GÜLŞEN KONTEYNER İSTİYOR
Kadınlar arasında karnı burnunda Gülşen Erşen’ın bir isteği var. 35 yaşında, 7 aylık hamile olan Gülşen, “Muhtarımız ‘evi yıkılanlara konteyner vereceğiz’ dedi. Evim yıkılmadı ama ben hamileyim, çadırda kalamıyorum. Eve de giremiyorum, panik yapıyorum. Üç gece arabada kaldım. Evim yıkılmadığı için de konteyner vermiyorlar bana. Sesimi duyurun” diye isteğini dile getiriyor.
Tuzla Muhtarı Birol Çeldir de çadırkentte organizasyonu yürütenler arasında. Hemen yanına varıyoruz ve bir de ondan görüş alıyoruz. Birol Muhtar, “Burada iki çadır kent var. 60 tane konteyner olacak. Varolan 150’ye yakın çadır geçici olarak kuruldu, konteynerlar gelince çadırlar kalkacak. Herkes tedirgin. Adamın evi sağlam ama tedirgin olduğu için korkudan giremiyor. Durmadan sallantı var. Gece sallanıyor, gündüz sallanıyor. Tuzla’da evinde kalan kimse yok diyebiliriz korkudan. Köyümüzün nüfusu yaklaşık 650 kişi, 250 hane. Devamlı deprem oluyor ve yenileri yıkılıyor veya ağır hasar oluşuyor. Bu sebeple bitmedi tespit. 45’e yakın yıkılan ve ağır hasarlı ev var. Bugün oturulabilir olan ev yarın girilmez olabiliyor. Konteynerlar ne kadar kalacak daha bilgimiz yok. Bir eksiğimiz de yok. Çadırlarda yangın çıkmasın diye soba yaktırmıyoruz, biri ateş alsa hepsi yanabilir. Daha önce oldu böyle şeyler, buna dikkat ediyoruz. Ağır yaralımız yok, ne yazık ki birkaç koyun, birkaç keçi ölmüş. Futbol sahası ve pazar yerimiz şu anda çadır kent oldu. Depremin termal sondajıyla ilgili olduğu üzerine kesin bir kanıt duymadım. Bu, doğanın yaptığı bir şey” diyor.
911: ÖNLEMLER YÖNETİCİLERİN KEYFİYETİNE BIRAKILAMAZ
Zeliha Aykanat ve Sibel Çeldir’le de çadırkentte oluşturulan yemek yeme alanında görüşüyoruz. İkisi de benzer şeyler söylüyorlar. İstediklerinin erzak değil, sığınacak, sıcak bir yer olduğunu aktarıyorlar. “Beş akşamdır soğuktayız. Gelen gidiyor, bunu soran yok. Çadırların bazısında elektrik var, bazısında yok. Sürekli sallanıyoruz, psikolojilerimiz bozuldu. Bizde hasar yok ama korku var hepimizde.” diye benzer şeyleri dile getiriyorlar.
Tuzla’da oluşturulan iki çadırkenti ziyaret ederken Bandırma’dan gelen 911 Sağ Arama Kurtarma Derneği üyeleriyle karşılıyoruz. Dernek Başkanı Mustafa Gürsoy, “16 kişilik bir ekiple geldik. 911 arama kurtarma ekibi yaklaşık 18 yıldır hizmet veriyor. Ne yazık ki ülkemizin hiçbir yeri depreme hazır değil. Ama yine de 1999 Gölcük depremine göre çok daha iyi koordine olunduğunu gördük. AFAD ve Kızılay çok koordineli. Ülkemiz birinci derece deprem bölgesi. Bunlara da belediyeler kaynak ayırmalı. Atanmış ve seçilmişlerin keyfiyetine bırakılmasın önlemler.” diyor.
Çadırlarda 7-10 kişinin kaldığı çadırkenti her partiden birçok üst düzey yetkili ziyaret etmiş. Biz oradayken de ziyaretler devam ediyordu. Bunu siyasi ranta çevirmek isteyen partililerin zaman zaman olduğunu da dile getiren birkaç depremzede, bunları gözlerinin görmediğini, tedirginlik içerisinde siyaset değil güvenli barınacak bir yere ihtiyaçları olduğunu dile getiriyor.
ÇOCUKLARIN PSİKOLOJİSİ ÇOK BOZUK
Pazarcılık yapan Günay abi ve eşi Nezahat ablanın çadırının öünde, kızları Eslem’le biraz oynuyoruz. Nezahat abla, “Hadi biz alışıyoruz ama bebeler çok korkuyor. İki gece uykusunda hopladı çocuk. Çocukların psikolojisi çok bozuk. Buraya bir oyun alanı ve onlarla vakit geçirecek gönüllüler gelebilse çok iyi olur” diyor.
Uzun süre geçirdiğimiz Tuzla’dan ayrılıp, tanış olduğumuz Günay abinin rehberliğinde Taşağıl köyüne geçiyoruz. Taşağıl köyünde Kaymakamlık tarafından görevlendirilen öğretmen arkadaşla karşılaşıyoruz. Biraz muhabbetin sonrasında köyde yaşayan bir kadın, “Artık getirmesinler kardeşim buraya yardım. Fazlasıyla geldi. Fazla gelen giysileri gözümüzün önünde ısınmak için yaktılar. Yazıktır. İhtiyacı olan başka bir yere götürsünler” serzenişiyle karşılaştık.
Taşağıl köyündeki cami kullanılamaz durumda. Minaresi sağlam olan caminin duvarlarında göçükler var. Öğretmen bey, “Yıkım kararı çıktı, zaten bir çadırı da mescid haline getirdik. Yıkılıp, yerine yenisi yapılacak caminin” dedi.
TUVALET KARISININ ÜSTÜNE YIKILMIŞ
Taşağıl’ın hemen komşu köyü olan ve depremde en büyük koordinasyon merkezinin kurulduğu yerlerden biri olan Yukarıköy’e geçtik. Burada evi en çok hasar görenlerden biri olan ve çobanlık yapan İbrahim Polat ile görüştük. Çoban İbrahim, “Bir gümbürtü oldu. Ev 3-4 sefer gitti geldi. Doğudan batıya, batıdan doğuya gitti. Çok acayipti. Ne olduğunu anlayamadım. Sofra orta yerde kaldı toz toprak içinde. Zor açtım kapıyı da çıktım. Hanım da tuvaletteymiş. Yıkıldı tuvalet, bacağı çıkmış. Çadırkentte iyiyiz. Benim hayvanlarım var zaten, çok gitmiyorum oraya.” diyerek yaşadığı şoku ve sonrasını anlatıyor.
Bahriye Demirtaş da Yukarıköylü bir yurttaş. “Herkesten Allah razı olsun. Konteynerlardayız. Hiçbir şeye ihtiyacımız yok, Yörüğüz biz, böyleyiz. Bir sürü giysimiz oldu ama böyle alışmışız. Başka giyim giymeyiz biz. Yemekten yana da sıkıntı yok, bi evlerde sıkıntı var. Üşümüyoruz, içeride cereyanlı soba var. Aranıp soruluyor olmaktan yana çok mutluyuz” diyor Bahriye teyze.
Sali amca (Salih yerine Sali denilmesini ısrarla belirtiyor) ile çadırkenti gören hakim bir toprak parçası üzerine oturuyoruz. Yanında karısı ve kızı var. Kızının sırtında da iki yaşındaki Zeynep Ayşegül isimli torunu. Sali amca, “Dadalar (Bölgede çocuğa ‘dada’ deniyor) çok korktu. Çok ahır yıkıldı, evler zarar gördü. Eksik, gedik yok. Bir an evvel yeniden düzenimize geçmek istiyoruz” diyor. Muhabbetin peşine vedalaşıp kalkarken, “Şu deprem koşturmacası bitsin de çay içmeye gel. Bir de hadi fotoğraf çektirelim, sonra nasıl tanıyacağız seni dadam ya” diye tatlı tatlı tebessüm ediyor. Çektiriyoruz fotoğrafı, devam ediyoruz.
Gittikçe gidiyoruz, çıktıkça çıkıyoruz. Hava kararmadan buraya yakın köylerden uğrayacağımız son nokta da Çamköy. Sonrasında Kocaköy’e de bir uğrayıp eve döneceğiz.
Çamköy muhtarı Mustafa Sinop, bizi hemen köy kahvesine götürüyor. Demli çaylar söyleniyor, duvarları yıkılmış evler, evlerdeki yarıkları bir bir inceliyoruz. Bir yandan da AFAD çadır ve konternerleri kurmaya devam ediyor. Köyde yaralı yok. Muhtar Mustafa abi, “Cana gelen bir şey yok. Gelen mala geldi. Biz bu civardaki en uzak köylerden biriyiz. Yardım da haliyle daha geç geldi. Sağlık olsun. Eve girmeye korkuyorduk. Ama bazen mecburen girdik, uyuduk korku içinde” diyor.
‘ÖLECEK GİBİ HİSSETTİM’
Çamköy’de Seher Söğüken’le de konuşuyorz. Evi yıkılmış, akrabalarının da evi bayağı hasar almış. Çok üzgün 66 yaşındaki Seher teyze, “Deprem olduğunda ölecek gibi hissettim” diyor. Oysa depremden önce çok mutluymuş köyünde. Yine güzel günlerin, mutlu günlerin gelmesini diliyor. Köyü çok seviyoruz. Kahvesini, yapılarını, insanını. Baharda yeniden ziyaret etmek için sözleşip ayrılıyoruz.
Kıran kolu köylerini ziyaret edip eve dönmek niyetindeyiz. Cuma günkü depremde zarar gören Kocaköy’e uğruyoruz ama hava da kararmak üzere. Dışarda pek kimseyi göremiyoruz. AFAD ekipleri burada da çalışma içinde.
Bu hat üzerinde Behram’a kadar yer alan Kocaköy, Bademli, Koyunevi, Balabanlı, Bektaş ve Korubaşı köyleri girişinde hep bir hareketlilik, çadır ve konteyner kurulduğunu gördük. Köy kahvelerinde durup da yıkılan ev olup olmadığını sorduğumuzda, korkudan, tedirginlikten insanların çadır veya konteynerlerde kaldığını öğrendik.
* Bu yazıyı BirGün Gazetesi için Güneş Dermenci ile birlikte kaleme aldık.