İranlı bisikletlilerle İstanbul’da pedalladık
Arkadaşım Murat’la, Karaköy’den Eminönü’ne yürüyorduk. Tam Galata Köprüsü üzerinden geçerken soluklanmakta olan dört bisikletli fark ettik. Kıyafetleri, tam teçhizatlı aksesuarları ve bisikletlerinin arkasındaki İran bayrakları ile dikkatimizi çektiler. Önce yürümeye devam ettik, sonra da döndük geriye ve başladık muhabbete!
Ayaküstü sohbetin ardından İran’dan dört arkadaş olarak Türkiye’ye otobüsle geldiklerini, gezmek için yaklaşık bir aylarının olduğunu öğrendik. Kendilerine iletişim bilgilerimizi verip, olur da Anadolu yakasına geçerlerse mutlaka işlettiğim kafeye uğramalarını istedik.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra kafemizin sokağında belirdi bizim bisikletliler. Geleceklerine pek ihtimal vermiyorduk ama geldiler işte. Hemen demli çaylar masamıza geldi, yeniden isimler tekrar edildi ve muhabbet başladı.
Öğrendik ki bu dört bisikletlinin niyeti Karadeniz’i bisikletle bitirmek üzerineymiş ve bunun içinse sadece 25 günleri varmış. Bunun çok zor olacağını, bu kadar kısa sürede Karadeniz’in ancak yarısına kadar gidebileceklerini anlatmaya çalışsak da onlar antrenmanlı olduklarını söyleyip, bu süre içinde Karadeniz’den Ermenistan’a da geçebileceklerini söylediler. Biz de fazla ısrarcı olmayıp çayları yudumlamaya devam ettik.
Çayların yenisi geldikçe muhabbet de koyulaştı. İran’daki yönetimden, Türkiye’de Gezi Parkı ile gerçekleşen halk hareketinden, iki ülkenin özgürlük kıyaslamalarından, futboldan, müzikten ve kısacası yaşamdan saatlerce konuştuk durduk. Sonrasında da hep birlikte Yoğurtçu Parkı’ndaki foruma katılmak için hareketlendik. Hesap ödemek için yeltenseler de, “hop” dedikten sonra, “bu da yolluklarınız, bizde âdet böyle” deyip sandviçleri çantalarına iliştirdik bizim bisikletlilerin.
Sanki o an vedalaşıyormuşuz gibi sıkı sıkıya birbirimize sarıldık kafenin kapısında. İran’da kendi elleriyle yaptıkları ve yanlarında getirdikleri hediyelik eşyalardan verdiler bizlere. Ama Emir’in bana verdiği hediye ise çok anlamlıydı doğrusu. Bilmeyenler için, bu satırların yazarının Kadıköy’de işlettiği bir kafe var adı Kibrit Kutusu. Emir dedesinin bakkal dükkânından yıllar önce kendisine hatıra olarak kalan ve yanından ayırmaya kıyamadığı kibrit kutusunu çıkartıp bana hediye etti. Yıllardır aynı kibrit kutusunu, içindeki çöpleri yenileyerek kullandığını anlatırken çok mutlu olduğumu ifade etmeliyim. Çok duygulu, çok anlamlı ve benim için çok değerli bu hediyeyi hemen diğer kibrit kutularının yanına yerleştirdim. Tabii ki bakkaldan yeni bir kibrit alıp kendilerine de vermeyi de unutmadım…
Yoğurtçu Parkı’nda açılan sergileri gezip, forumda konuşulanların bir kısmını anlatmaya çalıştık arkadaşlarımıza. İlk geldikleri gece Emirgan Parkı’nda, bir önceki gece de Caddebostan Parkı’nda çadır kuran bisikletli arkadaşlarımız için bu akşamki uyku mekânı Yoğurtçu Parkı’ydı. Ertesi sabah İstanbul’dan ayrılma vakti onlar için. Ama muhabbet muhabbeti açıyor ve Perşembe Akşamı Bisikletçileri’nin (PAB) her Perşembe akşamı sahilde gerçekleştirdikleri turdan bahsediyoruz. Bu tur akıllarına yatıyor fakat tüm gün ne yapacaklarını bilmiyorlar İstanbul’da?
“Planı boş verin, yarın sabah 8’de Kibrit Kutusu Cafe’de buluşalım, biz sizi gezdiririz” deyip yanlarından ayrılıyoruz. Tayfun, Murat ve ben de bisikletlerimizi alıp ertesi sabah İranlı dört bisikletliyle buluşuyoruz. Kadıköy – Karaköy vapurunda çaylarımızı yudumlayıp, simitlerimizi yerken boğazda kadrajımıza giren yerleri de bir bir anlatıyoruz arkadaşlara. Karaköy’e indikten sonra da pedallara asılıp Galata Kulesi’nin dibine varıyoruz. Önce soluklanıyor, sonra İstiklal Caddesi’ne doğru tırmanışa devam ediyoruz. San Antuan Kilisesi’ni gezip, İstiklal’deki binaları birlikte inceliyoruz. Eh, biraz yorulunca da soluğu önce dondurmacıda, sonra da bir çaycıda alıyoruz. Bir yandan lokum yiyip, bir yandan çayları yudumluyoruz.
Biz işlerimizin başına dönerken onları Kabataş’tan vapurla Heybeliada’ya gönderiyoruz. Akşam ise Bostancı – Kartal arasındaki bisiklet turuna katılmak için buluşuyoruz. Gece yarısına kadar süren bisiklet turunun ardından o gece Murat’ların misafiri oluyor İranlı arkadaşlarımız. Ertesi gün de öğle vakitlerinde İstanbul’dan yola çıkıp Karadeniz’e doğru yollarına devam ediyorlar.
Yaşam güzel tesadüflerle dolu… Bu dört sevimli adamla Galata Köprüsü üzerinde karşılaştıktan sonra bu derece samimi olacağımızı aklımın ucundan bile geçirmemiştim. İstanbul’dan ayrıldıkları günden itibaren her gün telefonla aradılar ve nerede olduklarını söylediler. İstanbul’dan ayrılırken ısrarla hepimizi İran’a davet ettiler. Evlerinin geniş olduğunu, bizleri orada gezdireceklerini ve ağırlamak istediklerini söylediler. En azından biliyoruz ki, olur da yolumuz bir gün İran’a düşerse, bizi orada bekleyen arkadaşlarımız var…
Ha, unutmadan… Bu yüreği geniş dört İranlı bisikletçi dostumuz, kendilerine ilk gün söylediğimiz gibi Karadeniz’in sarp yollarında, dik bayırlarında çok yorulmuşlar ve Karadeniz’in tamamını bitiremeden turlarını sonlandırdılar yirmi beş günlük sürede. En son Sinop dolaylarına gelip oradan Ankara’ya geçtiler. Bir gece de Ankara’da kaldıktan sonra trenle Van’a, oradan da Tahran’a geçtiler. Olsun onca yolu gelip, Dünya çocuklarına destek sağlamak amacıyla birlikte pedallamanın keyfine vardılar ya o bile yeter!
Mustafa Denizli’yi çok iyi tanıyorlar
Geçmiş yıllarda Mustafa Denizli’nin İran’da teknik direktörlük yapmasından ötürü Denizli’ye ve Beşiktaş’a karşı bir sempatileri vardı arkadaşların. İnönü Stadı’nı görmek istiyorlardı. Kabataş’a inerken stat önünde durup fotoğraf çektirdik ve hepsini sıkı birer Beşiktaşlı yaptık!