Geleneğinden kopmayan rivayetler kenti Urfa
Antep’i ve Halfeti’yi gezdikten sonra Urfa’yı gezip görecektik. Urfa’da, sıra gecesine katılacak, Balıklı Göl etrafında dolaşıp Nemrut ile İbrahim Peygamber’in rivayetini yöre çocuklarından dinleyecek, çarşı içinde çarşılara dalacak, gücümüze güvenip Urfa Kalesi’ne tırmanacak, ciğerin ve künefenin elbette tadına bakacak, biraz kaçak çay içip, heybemizi tütünle, isotla, baharatla doldurup buralara elveda diyecektik. Plan tuttu, bir tek Göbeklitepe’yi gezemedik. Ve buna üzülmedik, çünkü sebep bu ya, Göbeklitepe’yi görmek için bir kez daha Urfa’ya gelecektik!
Urfa’ya vardığımızda hava kararmak üzereydi. Terminalden minibüslere binip ‘toplama merkezi’ denen yerde inip otelimize yürüdük. Heyecanlıydık, çünkü 1700’lü yıllarda inşa edilen bir taş evde konaklayacaktık. İki katlı, restorasyon görmüş Gülpalas Otel’e ulaşmamız fazla vaktimizi almadı. Eşyalarımızı bırakıp, biraz soluklandıktan sonra gece fotoğrafları çekmek için sokaklara vurduk kendimizi. Aslında esas görmek istediğimiz yer Balıklı Göl’dü ama hava karardığı için ışıklandırma olup olmadığını bilmiyorduk. Biz yine de Balıklı Göl’e yürüdük. Muazzam bir aydınlatma sistemi ile bizi karşıladı Balıklı Göl ve tepemizde Urfa Kalesi!
Urfa’da iki gece kalacak, buradan Diyarbakır’a geçecektik. Bu sebeple gecelerden bir tanesini mutlaka ‘sıra gecesi’ne ayırmak niyetindeydik. Gülpalas Otel’deki görevlinin yardımlarıyla Urfa Kalesi manzaralı Çardaklı Köşk’te rezervasyon yaptırdık. Ama öncesinde bir şeyler atıştırmak niyetindeydik, zira sıra gecesinin başlamasına birkaç saat vardı. Çarşıların içerisinde bulunan İkiler Ciğer Salonu’nun kaldırımlara atılan ufak tabureli masalarına oturduk. Açık ayran içip, biraz ciğer ile açlığımızı bastırdık. Ciğerler sokak işi, lezzetli ama çok da özel değildi.
URFA’NIN ETRAFI…
Aklımız ilk kez yaşayacağımız sıra gecesi tecrübesi için Çardaklı Köşk’teydi. Daha fazla beklemeden biz de yerimizi aldık. Üç kattan oluşan mekânın her katında sıra gecesi yapılıyordu. İlk iki kattakiler özel gruplar için organize edilen, dışarıdan kimsenin giremediği sıra geceleriydi. Bizimkisi en üst katta, terasımsı alanda ve Urfa Kalesi manzaralıydı. Ayakkabılarımızı çıkarttık, bağdaş kurup masalarımızın başına geçtik. Enstrümanları ile birazdan gecemize renk katacak olanlar da geldiler. Urfa’ya özgü türküler ile gece başladı. Bir yanda kebaplar, lavaşlar, çaylar, bir yanda Urfa türküleri, bir yanda da manzarası ile masamıza ortak olan Urfa Kalesi.
Karma bir grup olarak sıra gecesine katıldığımız için bizim kısımda alkol yasağı vardı. İşletme sahipleri pek de haksız sayılmazlardı. Yanımızda oturan ağır abilerin muhabbetlerinden ve bellerinde bulunan silahlardan bir miktar alkol sonrası birer canavara dönüşme potansiyellerini kimse göz ardı edemezdi. Çaya talim edip, türkülere eşlik ettik. Ortada yoğrulan çiğ köfteden yedik, tek tek masaları dolaşan acı kahveden tattık. Bu ritüeli de yaşadık deyip Çardaklı Köşk’ün manzarasına veda edip otelimize doğru yürüdük.
URFA’DA ÇARŞILAR, PAZARLAR
Urfa’da yeni gün bol bol yürümek anlamına geliyordu. Gecesine şahit olduğumuz ama gündüz de görmek istediğimiz Balıklı Göl ilk durağımızdı. Balıklara yem atıp, yöresel kıyafetlerle fotoğraflar çektirdikten sonra Urfa Kalesi’ne tırmandık. Kale etrafındaki ufaklıklardan Balıklı Göl’e ve Kale’ye ait rivayetleri dinledik. Urfalı çocuklar anlatıları sonrasında bir de türkü patlatıverdiler yanık sesleriyle!
Urfa Kalesi’nin bulunduğu alanda iki tane uzun sütun, Nemrut’un rivayete göre yüzyıllar önce İbrahim Peygamberi ateşe attığı mancınıkları sembolize eden mancınıklarmış. Kaleden bakınca eski Urfa evlerinin bulunduğu mahalleleri de, çarşıları da, Balıklı Gölü de, yeni yapıları da görmek mümkün. Konumu itibariyle Urfa ayaklarımızın altında diyebiliriz.
Balıklı Göl, Urfa Kalesi derken çarşı içindeki Gümrük Han’a uğrayıp yorgunluk çayı içmemizin vaktinin geldiğini hatırladık. Çok özel bir hanın avlusundaydık. Yöresel kıyafetleri, puşileriyle burada çayını, kahvesini içmeye gelen Urfa’lılarla sohbet ettik. Sonra da çay üstüne çay içtik Gümrük Han’da. Bu hanın hemen etrafında birçok çarşı ve pazar mevcut; sipahi pazarı, bakırcılar çarşısı, baharatçılar, aktarcılar, bıçakçılar pazarı, kasacılar pazarı, halıcılar pazarı, kunduracılar çarşısı… Biz de biraz isot, azıcık baharat, adı kaçak olan ama her yerde satılan çaydan ve tütün alıp karnımızı doyurmak üzere Durak Usta’nın mekânına yol aldık.
ET DEĞİL PATLICAN HARİKA!
İki katlı mekânın üst katına çıkıyoruz. Sinekler mevsim ayırmıyor ve etrafımızdalar. Patlıcanlar ve kebaplarımız masadaki yerini alıyor. Bir bardak ayran istiyorum, sürahi ile geliyor. Doya doya içiyoruz. Patlıcanlar o kadar güzel ki yediğimiz ciğerin ve kebabın önüne geçiyor. Ağızda güzel bir rayiha bırakan bu patlıcanlar nasıl hazırlandı, nasıl pişirildi bilmiyorum ama enfesti. Üç kişi deli gibi kebap yiyip, ayran içip oldukça bir makul bir rakama buradan ayrılıyoruz.
Hava kararmak üzere ve biz Urfa’da da künefe yemeden yolumuza devam etmek istemiyoruz. Yine çarşıların etrafında dolanıyoruz ve aradığımız tatlıcı olan Hacı Abdurrahmanoğulları’nı bir çırpıda buluyoruz. Künefelerimiz bakır tasta ısıtılıyor ama Antep’teki servisin aksine melamin tabaklarda ve daha fazla şerbetle servis ediliyor. Lezzet ve sunum konusunda mükemmel diyemesek de künefeleri yedikten sonra Urfa evlerinin bulunduğu sokakları fotoğraflamak üzere tabana kuvvet diyoruz!
Havanın kararmasına nereden baksak bir saat kalmıştı. Elimizi çabuk tutmalı ve sokakların tadını çıkartmalıydık. Sokak araları o kadar dardı ki sanırım bir yangında itfaiye aracı, bir sağlık probleminde de ambulansın girmesine olanak yoktu bu sokaklara. Zaten ağırlıklı olarak motosikletli Urfalılar’ı sokak aralarında görmek olası. Evler çok farklı. Sokak dar olunca sağlı sollu cumbalar sanki birbirine değecek kadar yakın duruyorlar. Kapı üzerlerinde Arapça yazılar oldukça fazla. Evlerin neredeyse tamamı taş ev ve bu sokakların her birinde mutlaka marketlere karşı direnen geleneksel bakkallar bulmak mümkün.
Hava kararmaya yüz tutarken biz de otelimize çekildik. Yarın Diyarbakır’a yolculuk var ve eşyalarımızı toparlamalıyız. Tabii ki ondan önce de Urfa notlarımızı bir kenarı yazmamız şart! Bu arada söylemeden edemeyeceğim Urfa’da konakladığımız Gülpalas Otel’in nazik bir işletmecisi, temiz odaları, pek bozulmayan yapısı, merkeze yakınlığı ve uygun fiyatları var.
Akşam yavaşça geceye dönüyor, kararan gökyüzünde yüzlerce kuşun kanat çırpışlarını ve ötüşlerini otelimizin avlusundan izliyor ve dinliyoruz. Urfa’da herkes kendi halinde, geleneğine çok sıkı bağlı ve yavaş yavaş kabuğundan çıkan bir kentin vatandaşları görüntüsünde. Avluda oturup, ‘kaçak’ çay içip sohbete devam ediyoruz. Vakit yaratamadığımız, özel aracımız olmadığından gidemediğimiz Göbeklitepe üzerine konuşuyoruz biraz. Aslında bir kez daha buralara gelmek için Göbeklitepe gibi kocaman bir sebebimiz olduğu için ne yalan söyleyelim biraz da mutlu ayrılıyoruz Urfa’dan.
NEMRUT, İBRAHİM PEYGAMBER VE BALIKLI GÖL RİVAYETİ
Rivayete göre Babil Kralı Nemrut, İbrahim Peygamber’i mancınık vasıtayla ateşe atıp yakmak ister. Bunun için meydanda günlerce odun toplanır. Ateş yakılır ve halk da ateşin etrafına çağrılır. Mancınığa yerleştirilen İbrahim ateşe atılır. Bu sırada İbrahim Peygamber’in düştüğü ateş su pınarı, odunlar da balık olur. İşte Balıklı Göl’ün oluşumu bu rivayete dayanır. İbrahim Peygamber’in atıldığı ateşin göle dönüştüğünü gören Nemrut ise korkudan sarayına kaçar. Sarayı da binlerce asker korumaktadır. Bir sivrisinek ordusu Nemrut’u koruyan askerlerini perişan eder. Bir sinek de bacadan saraya girer ve Nemrut’a musallat olur. Sinek bir şekilde Nemrut’un burnundan beynine girer ve beynini kemirmeye başlar. Kral Nemrut’un da bu şekilde acı çekerek öldüğü rivayet edilir.