Aşıklar kenti Roma’da bir hafta sonu!

Aşıklar kenti Roma’da bir hafta sonu!

İyi bir planlamayla ve bolca yürüyerek meydanları, tarihi yapıları, önemli noktaları bir bir gezmek, bitpazarında alışveriş yapmak, makarnanın, pizzanın ve elbette meşhur Roma dondurmasının tadına bakmak için sırtımızda çantalarımızla arşınladık Roma sokaklarını! Zira âşıklar kenti Roma’yı gezmek için sadece iki günümüz vardı…             

Uçağımız gece yarısı Roma’ya inince havaalanında sabahlamak zorunda kaldık. Bu fikir önceleri garip gelse de Fuicimino Havaalanı’nın tüm banklarında ve neredeyse duvar dibindeki tüm yerlerde insanlar uyuyorlardı. Biz de çantalarımızı yastık, hırkalarımızı da soğuktan korusun diye mat şekline bürüdükten sonra uykuya daldık!

Havaalanındaki kahveciye gelen giden sayısı arttıkça biz de gürültüden dolayı uyandık. Leonardo Express ile Roma meydanına 30 dakikalık bir yolculuk sonrasında vardıktan sonra hostelimize yerleştik. Termine’ye 5 dakika uzaklıkta bulunan hostelimizin konumu sayesinde birçok yere kolayca ulaşacaktık. Eşyaları bıraktıktan sonra ilk durağımız Vatikan’dı. Metro hattını kullanarak kısa sürede buraya ulaştık. Vatikan, İtalya içerisinde yer alan özerk bir devlet. Buranın genişçe bir avlusu var ve San Pietro Meydanı deniyor. Papa, Çarşamba ve Pazar günleri bu meydanda vaaz veriyor. Biz Cumartesi ziyaret ettiğimiz için ayini göremiyoruz fakat kalabalıkla da karşılaşmadığımız için bir yandan da mutluyuz. Müze kısmına girmek bize yaklaşık üç saate mâlolacağından dolayı biz sadece avluda gezmeyi, fotoğraflar çekmeyi yeğliyoruz.

Bir süre sonra San Pietro Meydanı’nı arkamızda bırakıp Piazza Navona’ya doğru yürüyoruz. Fakat yolumuz üzerindeki Sant Angelo Kalesi’ni dışarıdan fotoğraflamayı ihmal etmiyoruz. Kaleyle aynı adı taşıyan köprüden Tevere Nehri’nin diğer kısmına geçtiğimiz anda önce ayin yapılan bir kiliseye, ardından da sevdiklerimize kartpostal göndermek için bir postaneye giriyoruz. Sonrası ise Navona Meydanı’na doğru kısa bir yürüyüş… 

Navona Meydanı oval şekilde bir meydan. Orta Çağ’da burada mızrak savaşları yapılırmış. Günümüzde ise bu meydan sokak müzisyenlerinin, ressamların, karikatüristlerin ve bu sanatçıları görmeye gelenlerin doldurduğu bir alan olarak kullanılıyor. Navona’yı çevreleyen evlerin, binaların pencereleri çok hoş. Bu pencerelerden sarkan çiçekler, meydandaki havuzlar ve heykeller çok etkileyici. Tam bir soluklanma yeri Navona.

Piazza Navona'da bir heykel

Campo de Fiori’de pazar içindeyiz
Navona’dan on dakika yürüyerek Campo de Fiori’ye ulaştık. Genelde açık olan sebze ve meyve pazarı bizim şansımıza da açıktı. Hemen yan taraftaki çiçekçi de buraya renk katmıştı. Daha önce fotoğraflardan gördüğümüz yerin şimdi içerisindeydik. Meyve salataları satan satıcıların sesleriyle, taze sebze kokusu birbirine karışıyordu. Geçmişte açık idamların yapıldığı yerde bugün çiçekçiler var, ne güzel bir değişim değil mi? Pazarcılar bizdekilere benziyor ama bizim pazarlarımız gibi sebzeler, meyveler kilolarca yığılmamış tezgâhlara. Hepsinden azar azar var, bittikçe ekliyorlar sandıklardan.

Campo de Fiori

Campo de Fiori’den, Pantheon’a 25 dakikada yürüdük. Pantheon’a varmadan yolu biraz uzatarak Palazza Farnese, Palazzo Spada ve Area Sacra’yı fotoğraflayarak yürüyüşümüze devam edip Pantheon’a ulaştık. Pantheon bütün tanrıların tapınağı olarak kabul ediliyor. Günümüze kadar en iyi korunan yerlerden biri olan Pantheon’a giriş ücretsiz. İçerisi inanılmaz kalabalık, bu yüzden çok da uzun kalamıyoruz. Uzun yürüyüş sonrasında kendimizi ödüllendirip Roma’nın en iyi dondurmacılarından bir tanesi olan Della Palma’dan dondurma alıyoruz. En büyük boyu seçiyoruz, o kadar çoktu ki bir kısmı eriyerek üstümüze döküldü. Pantheon meydanındaki havuzun dibinde neredeyse tüm turistler gibi biz de oturduk ve dondurmamızı burada yedik. Akabinde Via Orfani’deki Pinokyo ve tahta oyuncaklar yapan dükkânı ve de Via del Seminario’daki deriden anahtarlık, cüzdan gibi enfes tasarımlar yapan dükkânı gezdik. Siz siz olun, buraları gezmeyi sakın unutmayın.

Colosseo

Pantheon’dan Via del Corso’ya çıktık. Via del Corso, Roma’nın en canlı yerlerinden. Bir sürü mağaza olduğu kadar otobüslerin de geçtiği genişçe bir cadde burası. Sol tarafında Pantheon, sağ tarafında da Trevi Çeşmesi ve İspanyol Merdivenleri yer aldığından ötürü tam bir geçiş noktası. O sebeple kalabalık günün her saatinde had safhada.

Aşk Çeşmesi’ne para atmak büyük ritüel
Via del Corso’yu ortadan yarıp Fontana di Trevi’ye (yani ‘Aşk Çeşmesi’ne) doğru yol aldık. Bu şaheseri gördüğümüzde çok etkilendik. Ufacık bir meydandaki devasa dekor bizi bizden aldı diyebilirim. Trevi Çeşmesi günün neredeyse her saati kalabalık oluyor. Biz gittiğimizde de yer bulmakta zorlandık, ayakta durmak bile güzeldi. Heykeller Barok mimarinin nadide örneklerinden. Fakat insan seslerinin ardından gelen su sesi ilk zamanlar ortamı dinginleştirse de bir süre sonra gürültülü bir hal alıyor. Trevi Çeşmesi’nin bir de rivayeti var: Roma’ya gelen misafirler çeşmeye arkasını dönüp omzunun üzerinden çeşmeye para atarsa Roma’ya tekrar geleceğine inanılıyormuş. Biz de para attık, deneyip göreceğiz.

Trevi Cesmesi

Fontana di Trevi’yi arkamızda bırakıp, Piazza di Spagna’ya (yani ‘İspanyol Merdivenleri’ne) yürüdük. İnanılmaz bir kalabalık vardı meydanda ve merdivenlerde. Biz de günün yorgunluğunu çıkartmak için merdivenlerde bir yer kaptık kendimize. Bu esnada iyice ortalığa çıkan kış güneşi de içimizi ısıttı. Tam bu sırada ‘Tren Tango Tour’ tişörtleri giymiş beş çift merdivenlerin genişçe kısmında tango yapmaya başladılar. Ortalarına koydukları çantadan çalan iki şarkı eşliğinde nefis bir tango gösterisi sunan grubu izleyen neredeyse bin kişi vardı. Bu izleyicilerin arasındaki en renkli ekipse şaraplarını ve mezelerini merdivenlere koyup, orada da eğlenmesini, keyif almasını bilen öğrenci olduklarını sandığımız gençlerdi!

Piazza di Spagna

İyice yorulmuştuk. Hava kararırken Spagna’dan ayrıldık ve hostelimize ulaştık. Derin bir uyku bizi bekliyordu, yarın Roma’nın diğer kısmını gezmek için dinç bir bünyeye ihtiyacımız olacaktı…

Tevere’nin diğer yakası
Bugün gezimize Porta Portese’den başlamayı planladık. Önce metro ile Circo Massimo’ya ulaştık. Buradan da Palatino Köprüsü’ne dek çınarların arasından yürüdük. Tevere Nehri ortasında bulunan adacığı (Isola Tiberina) fotoğraflayıp pazara ulaştık. Roma’da okuyan arkadaşımız Ayşe ile Porta Portese’deki pazar girişinde buluştuk. Mihmandarımız yıllardır burada yaşayan Ayşe’ydi…

Porta Portese pazarında saatlerce gezinmek ve alışveriş yapmak bizi yormuştu. Haliyle de karnımız acıkmıştı. Tatmamız gereken makarnayı akşama bırakıp, öğlen yemeğini pizzadan yana kullanmak istedik. Kabaklı, patatesli, etli çeşitlerden birer dilim pizza alarak İtalyan pizzasının tadına vardık…

roma3

Yürüyüşümüz durmaksızın sürüyordu. Ponte Garibaldi’den karşıya geçtik. Teatro Marcello’nun hemen önünden 10 dakikalık tırmanma yolundan yürüdük. Bizce Roma’nın en güzel yerlerinden biri olan Capitolino Tepesi’ne geldik. Michelangelo tarafından düzenlenen Campidoglio üzerinden ulaşılan yer muazzam bir ihtişama sahip. Geniş merdivenleri, sizi karşılayan devasa heykelleri ile insanların neden Stendhal Sendromu’na kapıldığının adeta bir göstergesi. Geniş avluda bu güzelliğin tadını çıkardıktan sonra en tepeye çıktık. Kentin bir bölümü resmen ayaklarımızın altındaydı. Uzaklardan gelen müziğin sesi, terastaki kahve kokusu ve tarihi doku çok güzel bir ambians oluşturuyordu. Bir yandan kahvelerimizi içerken Colosseo’yu izledik, binlerce insanın akın ettiği Via dei Fori Imperiali’ye bakakaldık.

Ciro Ciro'da Spagetti

Havanın kararmasına kısa bir zaman kalmıştı. Şansımıza bir etkinlik olduğundan ötürü Colosseo’ya giden yol araç trafiğine kapatılmıştı. Yolda sadece insanlar vardı ve özgürce yürüyorlardı. Yol kenarlarında ise neredeyse yirmiye yakın sokak müzisyeni ve sanatçısı gördük. Anlayacağınız yol alabildiğine rengârenkti, hava güzel, her şey istediğimiz gibiydi.

Colosseo’ya sallana sallana yürüdük. Roma’nın belki de en önemli simgesi olan Colosseo yaklaşık 2 bin yıllık bir yapı. Köleler ve esirler tarafından inşa edilmiş bu anfi tiyatroda izleyiciler sosyal statülerine göre otururlarmış. 50 bin kapasiteli bu anfi tiyatronun alt kısmında hücreler bulunuyor. Bazı bölümleri kullanılmayacak duruma gelen Colosseo tüm ihtişamıyla Roma’nın orta yerinde duruyor. Romalılar tarafından önemli bir simge olarak kabul edilen Colosseo için en büyük kehaneti Anglo Saksonlar söylemiş: “Colosseo yıkıldığında Roma da yıkılacak. Roma yıkıldığında Dünya da yıkılacak.”

Piazza Navona

Colosseo’nun içine girmek yerine dışında dolaşıp, fotoğraflar çektikten sonra Vittorio Emanuele II’nin önünde biraz durup izledik. Bu göz kamaştırıcı yapıt şehrin neredeyse her yerinden görülebilecek düzeyde yüksek ve geniş. Oldukça dikkat çekici ve Roma için çok önemli. Ön kısmında devamlı yanan bir ateş var ve bu ateş Roma’nın devamlılığını simgeliyor.

Roma’da son saatlerimize girmiştik. Piazza Maddelana’da yer alan Ciro Ciro’da makarna yedik, bira içtik. “Alt tarafı makarna, ne kadar güzel olabilir” diyenler olabilir. Gerçekten iyi yapıyorlar! Mantarlı, domates soslu ve kuru fesleğenli spagettiyi uzun süre unutamayacağım…

Roma’da keşke daha uzun vaktimiz olsaydı da atladığımız yerleri de gezebilseydik. Ya da çok beğendiğimiz meydanlara ikinci defa gidebilseydik. Yıllar önce de bir defa Roma’ya gitmiştim, bu ikinci oldu. Şimdiden “üçüncü kez ne zaman gideceğim” diye hayal etmeye başladım diyebilirim!

Vatikan

BİR PAZARDAN ÖTESİ

Porta Portese’ye gelme amacımız aslında bitpazarıydı. Ama gördük ki 4,5 saatte ancak üçte birini gezebildiğimiz pazar sadece bitpazarından oluşmuyormuş. Yiyecek standları, her türlü giysi, saat, eşofman, mobilya, antika, ayakkabı, kemer, çanta, dergi, kitap, kırtasiye, plak, pul, kartpostal, efemera, oyuncak, CD, kaset, şemsiye, takı, dekoratif malzemenin satıldığı pazar muazzam büyüklükteydi. Hiçbir şey almadan çıkmak mucize olurdu, mucizeye izin vermedik. Koskoca bir torbayı doldurup pazardan çıktık. Olur da bir Pazar günü Roma’da olursanız bu pazara mutlaka uğrayın! 1-2 EUR’ya satılan giysiler, 5 EUR’ya satılan ayakkabılar, 10 EUR’ya satılan nefis s-shirtler çok cazipti. Kalın, ciltli, kuşe kâğıda basılmış ve Türkiye’de 70-80 TL’ye satılan kitaplar 8-10 EUR’ya satılıyordu.